80’li yıllarda tek başıma oturduğum evde nüfus sayım memuru gelip bu evin reisi kim diye sormuştu. Ben ise biraz mahcup halde düşünüp mecburen ‘benim’ deyince de kadından aile reisi olmaz demişti. Tek kişilik aile kavramını o gün ortaya atmış olmalıyım, sosyoloji okuyordum ve konumuz aile idi.
Ailesiz büyüdüm. 20 yıllık kocamla iki kişilik en kalabalık ailemi kurmuş oldum, çocuğumuz da olmadı! Ailesiz büyümenin sakıncaları çocukların psikolojisi vesaire derken yüzlerce makale yazılır, yazmışımdır da ailenin güçlendirilmesi üzerine. İlk romanımda mesela ailesi tarafından ilgi görmeyen ve sevilmeyen bir çocuğun sıradışı büyüme hikayesini anlatmıştım.
Evet kadını aile içinde görelim ama ya aile tek kişilikse? Ya savaştan, göçten, şiddetli geçimsizlikten, ilgisizlikten, yoksulluktan dolayı öksüzlük diz boyuysa? En azından aileyi kadın üzerinden temellendirip cinsiyetçi bir kimliğe hapsetmemeliydik. Her türlü ahlaki normun ötesindeki bir pratik bakışa ihtiyacımız vardı.
Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) tarafından düzenlenen üçüncü Uluslararası Kadın ve Adalet zirvesinin teması ‘ailenin güçlendirilmesi’ üzerineydi. Önceki yazımda sağlık sorunum yüzünden katılamadığım bu zirve için hazırladığım konuşmanın bir kısmını öneri olarak paylaşmıştım. Kaldığım yerden devam edeyim.
***
Bugünün toplumsal şartlarında aile kavramı sosyolojik veya tarihi bakışlara hapsolmuş durumdadır. Ailenin değişen yapısı, kadının modern aile içindeki hem emekçi hem anne olarak rolü, şiddete maruz kalması, sosyal medya çağında çocuğun anne baba tarafından terbiye edilmesindeki güçlükler vesaire. Bu temaların hepsi kuşkusuz ki çok önemli ve acil perspektifler geliştirmemizi bekliyorlar bizden.