Türkiye'nin keder ve coşkusu hiç kesilmeyen nefesinde 49'uncu
yaşıma basıyorum. Can evimdeyim; kendi kendimi vurduğum, kırdığım,
kıyam ettiğim, sevdiğim, özlediğim, gurbete düştüğüm, cananıma
kavuşmayı umduğum yerde...
Yüz yüze bir sessizliği çoğaltıyoruz birlikte. Ülkem ve ben. Benim
gibi binler, yüz binler... Umudunu ve korkusunu yüreğinde bir ur
gibi büyütenler... Kimimiz bu urdan isyan ve lanet sözcüklerine
madde yazarak kurtulmaya çalışırken kibir tahtında kral oluyor.
Memnuniyetsiz, tatminsiz, aynı oyuğu eşeleyip duruyoruz, adına
ilerleme diyerek. Kimimiz de bağlılık sadakat ve tevazu içinde
söylediklerinden çok sustuğu dillerde yaşıyor. Yaşatmaya
çalışıyor.
Çocukken tek kişilik bir aileydim, İstanbul'un serin yaz
ikindileriyle, habire kırılan kaldırım taşlarıyla, Boğaz'ın
balıkçıllarıyla konuşurdum, seher rüzgarıyla gelen dualara amin
derdim. Yalnızlıkla öyle çok sınandım ki, yetişkinliğe geçtikçe
bunun ne büyük bir nimet olduğunu her seferinde bedel ödeterek
öğretti bana yaşadıklarım. Farklı kesim ve cemaatlerin durmadan
birbirine düştüğü ve düşürüldüğü bir yerde 'münferit' olmanın
olumsuz olduğu kadar olumlu yanlarını da aşındırdı çünkü benim gibi
pek çokları.