Geceleri, ancak hayat biraz yavaşladıktan ve perdeler kapanmaya
başladıktan sonra televizyondaki haberlere bakabiliyorum. Günün
sonunda akıp giden haberleri topluca izlerken toplumsal bir
muhasebe yapabilmemiz mümkün olsaydı keşke. Tabii olmuyor.
Gün ortasında, özellikle sosyal medyadaki yalan yanlış binlerce
yorumu, çarpıtmayı, yanlış anlamayı, hakaret ve küfrü görmeye
dayanamıyorum. Çünkü haberlerin somut gerçekliğini dahi siliyor
fitne fesat dolu sözler. Kişinin nefsini sorguya çekmesi kendi
niyetiyle ilgili olsa da, şiddet ve fitnenin medyada tahakküme
dönüşmesini seyreden her nefis çaresiz kalıyor.
Bütün gizli ve açık şiddeti içime çekiyorum. Gecenin örtme
niteliğine, karanlıkta saklı aydınlığın belli belirsiz gözlerine
bakmaya çalışmam ise pek işe yaramıyor. Neyi görmeyeceğimiz de en
az neyi görmemiz gerektiği kadar önemli oysa. Bu gaflete ayarlı
küresel gözlerimle çamurun içindeki nuru nasıl görebileceğim?
O'nun nuru yeri ve gökleri kuşatmış iken... Bunca dehşet haberi
içinde bu sahici müjdeyi işitebileceğim bir mecra arıyorum. Gece
uzuyor, uzuyor. Hiçbir haber kaynağı bunu duyurmuyor. Ne tivitır
ırmağının akışında rastlıyorum sedefi içindeki inciye ait bir
bilgiye. Ne de ekranların alt şeridinde. Ki 'dürr-i yekta' da
kuşkusuz diplere dalınmadan bulunamıyor.
Gecenin en karanlık anları girdiğinde... Gevşeyip rahatlamaya imkan
tanıyan belki tek vakitte, kalbime yeni dikenler batıyor, her
atışında yeni lekeler çıkıyor, yeni tortular yayılıyor.
Gözyaşlarının sağaltıcılığına sığınıyorum nihayet. Dökülsün, akıp
gitsin ne varsa...
***
“Ey gönül ağla, gönülde hükmeden sultanı bul / Sen seni terk eyle,
sende sahib-i fermanı bul...” Diyor Osman Kemâli hazretleri. Kendi
hakikatimizin nuruna kavuşmaya, varlığın birliğini ispat etmeye
geldiğimiz bu dünyada neyi aradığımıza dair sahici bir ipucu sunan
şiirlere sığınıyorum derken. Aşk şiirine. Ki gözyaşım, geldiği
kaynağa aksın. Hiç değilse geceleri.
Gecenin de gözleri yaşlı gibi. Tüm varlık sanki gözyaşı döküyor.
Öylesine bir sağanak yağışa tutuluyor insan bazen. Ilık, tuzlu bir
arzu. “Aç gözün, ayna ayân olsun basîrün bil-ibâd / Yüzde, gözde,
elde, dilde seyreden Sübhânı bul...”