Seninle ben; karşılaşmazdan çok önce meğer aynı cephede savaşıyormuşuz. Küçük savaştan büyük savaşa dönmekte olduğumuzu idrak edince karşılaşıverdik. Birbirimizi bilmeden biliyor, tanımadan seviyormuşuz. Ne talihimiz benziyor, ne yolumuzdan geçenler. Ama bizi bir araya getiren Rabbim, ikimize de en güzel amelimizle muamele ediyor olmalı.
Zira sen uzun zaman gide gele, işin erbabı diye bilinenleri yoklaya yoklaya sana ayna olacak gerçeği aradın, pes etmeden. Bense beni adım adım âlemlerin kalbine getiren tevafukların yansımasıyla Kâbe’de yalvara yakara gönülden istemiştim gerçeğime yaklaşmayı.
O vakitler dualarımızın sessizliğinde çok harlı çok alevliydi içimizdeki kelimeler. Gençliğimizde farklı kültürlerin maneviyat yöntemlerini, psikoterapinin çeşitli metodlarını sadece okuma düzeyinde değil, arazide de epeyce nefsimizden geçirdiğimizi biliyorum ikimizin de.
Yaklaşıyor açılıyorduk kendi alfabemizde ikimiz de. Sözsüz kelâmsız bir yakarış, bitmeyen bir özlem, kesintisiz bir arzuydu senin niyazın da muhakkak. Gözyaşı ile uzayan gecelerin uykusuz karanlığında batmayan güneş bizi nasıl da ısıtıyordu.
Seni görür görmez kendimdeki bir sırra bakar gibi olmuştum. Aynanın taşıdığı bu sırdı manamda tecelli eden.
***