Batı tarihi savaşla da barışla da ötekini sömürmenin serüvenini yazdı büyük ölçüde. Sen’i ben yapma hırsının tatbiki oldu. Hümanizm adına zulmü alkışlayan düşünürler/ sanatçılar şiddeti yücelttiler hükmetmek adına. Kalp ikiye bölündü.
Halbuki geleneğimizdeki benlik eğitimi bize tam aksini öğretmek için ne çok ter döktürüyordu: Tevhid algısının tatbikinde ben’i sen yapmak vardı. Sen’i ben yapmak değil. Hakka karışıp O’nda yok olmak vardı. Gönül bir’di.
***
Bireyi kendi benliğinden ibaret bırakarak kutsayan hümanist yaklaşım, ben’deki sen’i keşfetmeye ve bütünleşmeye değil, ben ile sen’i ayırarak sen’i öteki olarak görmeye yöneltti bizi ve bunu modernlik adına meşrulaştırdı.
Öteki diye bizi hep ikiliklerde tutan bir kavram ortaya çıkınca; zıtlığın ayrımcılığa yönelen yanı yüceltildi: Öteki zayıf ve defolu olan demekti. Düşman. O halde ona hükmetmek, zulmetmek, onu sömürmek, işgal etmek meşru idi.
Bireyi kutsayalım derken hümanizmin bu hiyerarşiyi bozan ve insan olmayı eksilten özelliklerine ikimiz de diğer herkes gibi esir düştük yıllarca. Sen de ben de bütün pozitif bilimleri öteki kavramıyla somutlaştırdık zihnimizde. Geleneğimizdeki tevhid şuurunun ipuçları silinmişti kalbimizden.