Ülke ve millet olarak, tarifsiz acıların yaşandığı bir vetireden
(süreçten) geçiyoruz.
Sıkıntılar zincirleme geliyor.
Bir sarsıntının şokunu daha atlatamadan, bir başka hadisenin şok dalgasına mâruz kalıyoruz.
Üstelik, mübarek Ramazan ayındayız. Yılın en uzun, en sıcak, en yorucu günlerinde oruçlar tutuluyor.
Haliyle, bir de oruç tutmayanlar var; Ramazanın hürmetini, ne yazık ki hiçe sayanlar var.
* * *
Sancılanmalar piyasaları da etkiliyor, sosyal hayatı da.
Rahatımız, huzurumuz kaçtı, kaçıyor, kaçacak gibi, “belirsizlik” kaynaklı tedirginlik halleri...
Nereden bakarsak bakalım, gerek fert ve aile, gerekse toplum olarak, çok çetin bir imtihanla karşı karşıya olduğumuz âşikâr.
Ne yapacağımızı, ardı sıra gelen musîbet taşlarından nasıl kurtulacağımızı da bilemiyoruz.
Genel halimiz, aynen Sekizinci Söz’de hikâye edilen “kuyu duvarında asılı vaziyetteki bîçare”nin durumu gibi: Aşağıda timsah, yukarıda arslan, tutunduğu incir ağacının köklerini ise, fareler kemirip duruyor, vesaire...
* * *
Terörle bağlantılı bombalı saldırıların, büyük katliâmların önlenmesine büyük bir gayret ile çalışılırken, diğer taraftan, bakıyorsunuz neredeyse aynı orandaki can ve mal kaybına eşit derecede trafik kazaları, operasyon kazaları, maden ocağı kazaları, sel ve yangın fâcialarına mâruz kalıyoruz.
Keza, bir taraftan Suriye’den kaçarak ülkemize sığınan çaresizlere yardımcı olmaya çalışırken, öte taraftan, bu insanların bulunduğu şehir, çarşı veya mahallelerde doku uyuşmazlıkları zuhûr ediyor; sığınmacılarla yöre halkı karşı karşıya geliyor; iki tarafın da rahatı, huzuru kaçıyor.