Kardeşler arasındaki “ihtilâf û tefrika” endişesi, hamiyet sahiplerini daima dilhûn ve dağdâr eylemiş.
Öyle ki, Sultan Selim gibi cihangir bir devlet başkanı, bu tefrika ve bölünme acısının kendisini kabirde bile rahatsız edeceğinden endişe duyarak aynen şunu söyler: “Kûşe-i kabrimde hattâ, bîkarar eyler beni.”
İşte, “Elhasıl, Sultan Selim’e biat ettim” diyen Bediüzzaman Hazretleri de, aynı dertten şiddetli muzdarip olarak, zaman zaman dizine vurup “Eyvâh! Eyvâh!” dediğini yakın talebelerinden ve son şahitlerden hep duyageldik.
Bu sebeple, hizmet-i Nuriyeye taalluk eden meseleler hakkındaki lâhika mektuplarında, mükerrer defalar “Sakın, sakın” diyerek, o zehr-i kàtil olan “ihtilâf û tefrika” illetinden talebe ve kardeşlerini sakındırmaya çalışmıştır.
İşte, o ikaz ve ihtarlardan biri:
“Risâle-i Nur, sâdık ve sebatkâr şakirtlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymettar neticeye mukabil, fiyat olarak, o şakirtlerden tam ve hâlis bir sadâkat ve daimi ve sarsılmaz bir sebat ister.
“Sakın, sakın, dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihad etmiş dalâlet fırkalarına karşı perişan etmesin.” (Kastamonu Lâhikası, s. 88)
İktibas ettiğimiz şu iki-üç cümle içinde, “ihtilâf û tefrika”ya dair son derece dikkat çeken bazı ibareler var ki, bunlar adeta birer anahtar mesabesinde: Dünya cereyanları, siyaset cereyanları, harice bakan cereyanlar...
Demek ki, ihtilâf ve bölünmelerde en tesirli cereyanlar bunlardır. Hepsi de haricî kökenli ve bünyeye yabancı unsurlar.