İslâmın ruhuna uygun kàide budur ki: “Hatalar, günahlar,
fenalıklar başa; sevap, hasenat ve iyilikler cemaate verilir.”
Risâle-i Nur’da, bu mânayı ders veren pek müessir bahisler var.
Esâsen, Asr-ı Saadet’te tatbik edilen usûl de böyledir. Yani, yetkiler Şûrâ-yı İslâm’da, sorumlukluk ise Halifede, Reisicumhurda...
Nitekim, “Kenar-ı Dicle’de bir kurt bir koyunu yese”, hesabı Ömer’den (ra) sorulurdu.
* * *
Hak ve hakikat, yukarıda ifade edildiği gibi olmasına rağmen, Türkiye, hafta başından itibaren resmen ve hukuken, bunun tam tersi bir siyasî kulvara girdi.
Buna göre, yetkilerin kahir ekseriyeti başa, reise verilir iken, onun altındaki birimler, işlenecek hatalardan, günahlardan, başarısızlıklardan “sorumlu” tutulacak.
Sistem, şeklen ve zâhiren “Sorumlu Başkanlık Sistemi” gibi görünürken, işin mahiyeti ve işleyiş tarzına bakıldığında ise, durumun hiç de öyle olmadığı kolaylıkla görülüyor ve anlaşılmış oluyor. Yani, yetkiyi Reis kullanacak (ki, yıllardır kullanıyor); ama, onun bütün hata ve aldanmalarının ceremesini ülke çekiyor ve faturasını millet ödüyor.
* * *
Bununla beraber, şunu da ifade edelim ki, 16 Nisan’da yapılan referandumun oy nisbeti ile oylar üzerindeki şaibeler, bundan sonra yapılacak hiçbir için kolay olmayacağını gösteriyor: Bir yandan, sıkıntı ve sancılar şiddetlenirken, bir yanda da özellikle siyaset sahasında sürpriz gelişmelerin olması kuvvetle muhtemel görünüyor.
Özetle, yaşanacak türlü sıkıntı ve sancılanmalara rağmen, kör-topal da olsa “demokrasi” var olduğu sürece, çare ve çözüm de var olacak demektir. Bu sebeple, asla ye’se, karamsarlığa düşmemeli. Zira, ortaya son derece ciddî bir “toplumsal muhalefet potansiyeli” çıktı ki, bunu hiç kimse ve hiçbir siyaset geriletemez, zayıflatamaz.
Aylarca teröristlikle yaftalanmaya, vatan hainliği ile örselenmeye çalışılan bir “hür irade”, doğrusu “kemâl-i haşmet” ile meydân-ı zuhûra çıktı ve inşaallah giderek de neşvünemâ edecektir.
* * *
Önümüzdeki süreç içinde, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan münasebetlerindeki gelişmeleri dikkate almak ve dikkatle de takip etmek gerekir. Zira, bu münasebetler, en önemli göstergelerden birini teşkil edecek gibi görünüyor.
Bilvesile, bu meselenin ehemmiyetine dair altı çizilecek bazı noktaları paylaşmaya çalışalım.
AB hedefleri
Biliyoruz ki, Türkiye'nin AB üyesi olmasına gizliden veya açıktan karşı çıkanlar var. Bunlar, her fırsatta zihinleri bulandırmaya ve ortalığı germeye, hatta karıştırmaya çalışıyor. Öyle ki, el altından terörü bile kullanmakta bir beis görmüyor bunlar.
Ülkemizin AB'ye tam üye olmasına taraftar olan çoğunluk ise, ne hikmetse hem sesini fazla yükseltmiyor, hem de diğer taraf kadar ciddî bir gayret sergileyemiyor. Dolayısıyla, AB yolunda sağlıklı ve düzenli bir ilerleme kaydedilemiyor.
Bazan çok güzel ve ileri doğru parlak bir hamle yapma hazırlığı içindeyken, bir de bakıyorsunuz ki, hiç hesapta görünmeyen bir aksilik çıkıveriyor (muhtemelen kasten çıkartılıyor) ve sizi olduğunuz yerde duraklamaya mecbur ediyor.
* * *
Bu meselede dikkat edilecek önemli bir husus da şudur: Türkiye'nin AB üyeliği meselesi, öyle "evet" diyenler ile "hayır" diyenlerin orantısından ibaret bir mesele değil.
Bu konuda Türkiye'de veya Avrupa’da yapılacak anketlerin, yahut referandumların nisbeti önemli elbette; ancak, asıl mesele bu veya bundan ibaret değil.