Münâzarât isimlerin eserin başlarında yer alan can alıcı suâllerden biri “İstibdat nedir?” şeklindedir. Suâl gayet açık ve net olduğu gibi, cevap da aynı derecede net ve berraktır: “İstibdat tahakkümdür. Muâmele-i keyfiyedir. Kuvvete istinad ile cebirdir. Rey-i vâhiddir. Sû-i istimâlâta gâyet müsâit bir zemindir. Zulmün temelidir. İnsâniyetin mâhîsidir (mahvedenidir). Sefâlet derelerinin esfel-i sâfilînine insanı tekerlendiren ve âlem-i İslâmiyeti zillet ve sefâlete düşürttüren ve ağrâz ve husûmeti uyandıran ve İslâmiyeti zehirlendiren, hattâ herşeye sirâyet ile zehrini atan, o derece ihtilâfâtı beyne’l-İslâm îkâ edip, Mûtezile, Cebriye, Mürcie gibi dalâlet fırkalarını tevlid eden, istibdattır.” (Age, s. 22) Şüphesiz, zikredilen her bir cümle, üzerinde uzun uzun mütalâa ve müzakere edilmeyi gerektirecek kadar ehemmiyetli ve kıymetlidir. Bizim burada şimdilik üzerinde durduğumuz nokta ise, cevap kısmında geçen şu kısacık cümledir: İstibdat, rey-i vâhiddir. Yeni jenerasyonun da anlaması için, istibdadın “diktatörlük”, rey-i vâhidin ise “tek adamcılık” mânasına geldiğini hatırlatarak devam edelim.