“Hakikatdar bir rüyâda insanlara diyordum: Ey insan! Kur'ân'ın desâtirindendir ki, Cenâb-ı Hakk’ın mâsivâsından (yarattıklarından) hiçbir şeyi, ona taabbüd (ibadet) edecek derecede kendinden büyük zannetme. Hem, sen kendini hiçbir şeyden tekebbür edecek derecede büyük tutma.” Bediüzzaman Said Nursî
Denge, ölçü, terazi, mîzân, nizam, intizam, adâlet..., başta Kur’ân olmak üzere sâir kudsî kaynaklarımızın, uymaları için insanlara en çok hatırlattığı, ders verdiği hususlardır.
Demek, bu mühim hakikatlere çok ihtiyaç var ki, çokça da zikredilip hatırlatılıyor. Biz insanlara ise, bu hususlara âzamî derecede dikkat etmek düşüyor.
Fânilere takılıp kalmak, dengeyi tâ baştan bozmak demektir
Şahıslar fâni, makam-mevkiler fâni, servet-şöhretler fâni, hayat ve sâir nimetler fâni...
Bâki olan sadece Allah’tır ve O’nun kulları için var edip vâdetmiş olduğu ebedî hayat nimetidir.
Bu muhkem hakikatleri bilmeyen yok gibi. Mesele, bildiğini ve inandığını içine sindirerek, bunları hayatına, hizmetine, hareket ve davranışlarına yansıtabilmekte...
Asıl keyfiyet, kalite burada.
Ne var ki, insanların, hatta mütedeyyin Müslümanların küçümsenmeyecek bir kısmı keyfiyetten çok kemiyete, kalitede çok mebzûliyete meyledip ehemmiyet veriyor.
Aynı şekilde, bâkî hakikatlerden ziyade fâni, geçici, muvakkat şeylere perestiş ediliyor.
Bunları görüp hayrette kalmamak elde değil.
Bakıyorsunuz, karşınızdaki Müslüman, itikadı kuvvetli olduğu halde, kaskatı şekilde şahıs-perest kesiliyor, makam-perest olabiliyor, servete-şöhrete kavuşmaya can atıyor.
Meselâ, hiç düşünmeden ve hiç rezerv koymadan bir fâni şahsa olan hayranlığını, aşırı düşkünlüğünü, hatta “sonuna kadar” diyerek, hayatı boyunca ona bağlı kalacağını uluorta yerde söyleyebiliyor.