Atalarımız, hayattan ve hakikatten almış oldukları derslerle “Öfkeyle kalkan zararla oturur” demiş.
Bundan maksat, öfkesine kapılarak konuşan, hareket eden, iş yapan kişinin, sonunda zor duruma düşeceği hususunu hatırlatmak.
Zira, bir kimse öfkeli, kızgın, sinirli olduğu esnada, isabetli düşünceden uzaklaştığı gibi, olup biteni de iyi göremez; sonucu ise, hemen hiç hesaplayamaz.
Dolayısıyla, öfkeli haller sergileyenin, zarar vermesi gibi, zarar görmesi de kuvvetle muhtemeldir.
“Öfke, hitabet sanatı”
“Öfke”ye dair, vecizeler, atasözleri, darb-ı meseller, dinî referanslar, vs. hepsi bir yana, R.T. Erdoğan, 2008’deki bir konuşmasında bu tâbire yeni bir boyut getirdi: “Aslında, öfke bir hitabet sanatıdır.”
Onun öfkeli hitabeti gibi, bu izahatı da, her zamanki gibi yine büyük alkış aldı.
İşte, o günden bu yana, onun öfkeli konuşmaları artarak devam etti... “Hamaset”, zaten yeterince vardı; buna öfke de ilâve olunca, hitabet, “tadından yenilmez” hale geldi.
* * *
“Öfke” bir yana dursun; yerinde, zamanında ve dozajında olması halinde, “hamaset”in şüphesiz faydalı, güzel yönleri var. Bilhassa vatan ve milletin mukadderatı gibi konularda, gayret ve hamiyet damarını uyandırıp harekete geçirmek için, bu tarzdaki bir lisâna, bir üslub-u beyana şiddetle ihtiyaç var.
Tıpkı, Mehmed Âkif’in Büyük Harp yıllarında ve Millî Mücadelenin kızıştığı dönemde yapmış olduğu hamasetli konuşmalar gibi.