Günümüz insanının en çok aradığı ve arzuladığı şey huzur, yani
iç huzuru...
Bu huzur, bazen kişinin kendi hatasıyla, bazen de başkasının veya
çalkantılı hadiselerin darbeleriyle kaçar, bozulur, sekteye uğrar,
vs.
Kişi, dış dünyaya daldıkça, geniş dairelere merak saldıkça, siyasî hadiselere kendini kaptırdıkça, âfâkî meselelere dalıp gittikçe, huzuru da selbolur kaçar, gider...
Huzuru en çok kaçıran, hatta kişiyi bedbaht hale getiren ise, insanın kendi aslî vazifesini terk veya ihmâl edip Cenâb-ı Hakk’a ait olan işlere, vazifelere karışması, burnunu sokması, yahut kafayı takmasıdır.
Cenâb-ı Hak, her şeyi bir sır ve hikmet ile çevirip deverân ettirir. Doğrudan O’na ait işlere aklımız-fikrimiz ermeyebilir. Bize düşen, emrine itaat ile tebeddül ve tagayyür eden fıtrî hadisatı nazar-ı hikmetle tefekkür etmekten ibaret.
Ötesine gitmek, bizi hem yorar, hem de sille-i tedibe müstehak eder. Ehl-i İslâmın içine düştüğü huzursuzluğun ve çekmiş olduğu şiddetli ıztırabın en mühim sebebi budur: Haddini aşıyor ve Cenâb-ı Hakk’a ait olan işlere, neticelere karışma cihetine gidiyorlar.