Ümmet olarak en büyük zaafımız, en çetin imtihan meselemiz
“okuma” ile ilgili olmalı ki, Rabbimiz, ilk emir ve ilk mesaj
olarak “Oku!” diye vahyetti.
Tevrat’ta “Duy-İşit!”, İncil’de “Bak-Gör” mesajları öne çıkarken,
Kur’ân’ın ilk nâzil olan âyeti “Oku!” diye başlar.
Şüphesiz ki Kur’ân, diğer mukaddes kitapların hayattar olan bütün mânâ ve mesajlarını da ihtiva ediyor. Lâkin, beşere hitap eden kudsî mesajlar listesinin başına “İkra/Oku!” emrini derc ediyor.
O halde, ümmet olarak biz de hayatımızın “olmazsa olmaz” şartlarından biri olarak “okuma”yı esas almak durumundayız. Aksi halde, hayatın çetin imtihanlarında zayıf düşme ihtimali var.
* * *
“Kur’ân okumak”, bizim için bütün okumaların başında gelir.
Dolayısıyla, yine ümmetin birer ferdi olarak Kur’ân-ı Azimüşşân’ın hem lâfzını okuyup öğrenmeli, hem de ins ve cinne yönelik kudsî mânâ ve mesajlarını okuyarak anlamaya çalışmalıyız.
Bunda zaaf gösterdiğimiz ölçüde, şüphesiz insanlık âleminde zayıf düşer ve medeniyet yarışında geride kalmış oluruz.
* * *
Risâle-i Nurlar, bu zamanda Kur’ân’ın en parlak bir tefsiridir.
Hem öyle parlaktır ki, “Kur’ân’ın mû’cize-i mâneviyesi” derecesinde bir ehemmiyeti hâizdir.
Ayrıca, binlerce tecrübe ile sâbittir ki, Risâle-i Nur’a muhatap olan her kim olursa olsun “ya ikna, ya ilzam” olmaktan başka tercihi, seçeneği yoktur.
Esâsen “mû’cize-i mâneviye”nin sırrı ve tılsımı da burada gizli.
Yâni, mübareze yahut muaraza ile hiç kimse Risâle-i Nur’a galebe edemez ve nitekim edememiş. Muhatap kimse, ya ikna olup istifade eder, ya da susup meydan-ı muarazadan çekilmek zorunda kalır. (Mektubat’taki “Şeytanla Münazara” bahsini tahattur ediniz.)