Masumlara zarar veren bir şiddet hareketi kimden ve nereden
gelirse gelsin, onu yekten reddetmek, insanî, vicdanî bir
vecibedir.
Bu tarz bir şiddete başvuran, ister fert, ister örgüt, veyahut
devlet-hükûmet olsun, hiç fark etmez. Temel prensip, buna karşı
gelmek olmalı.
Bu cümleden olarak, özellikle 1925’ten itibaren, bu mazlum milletin dinî ve örfî değerlerini ortadan kaldırmak için devletin kuvvetini hoyratça kullanan geçmiş totaliter hükûmetlerin icraatını da reddetmek ve en ağır şekilde eleştirmek durumunda olduğumuzun bilincindeyiz. Nitekim, bu tür eleştirileri her vesileyle yaptık, yapmaya devam ediyoruz.
Bununla beraber, geçmişte yapılmış zulüm ve haksızlıklara, bir başka zulüm ve haksızlıkla mukabele edilmemesi gerektiğini; yani, bir yanlışın bir başka yanlışla telâfi edilemeyeceğini; ayrıca, böylesi bir rövanşist muamelenin kimseye bir hayır getirmeyeceğini de herkesin gayet net bir şekilde bilmesi, hatta bunu ezber etmesi gerekiyor.
İşte, yıllardır milletimizin huzurunu bozan, yüzde doksan dokuz mâsum insana kan ve gözyaşı döktüren PKK ve taraftarları, hiç şüphe yok ki çokça önemsediğimiz bu bâriz gerçeğin tam tersine bir yolda gidiyor.
Bunlar, adeta “dedelerin intikamını torunlardan almak” gibi azim ve insanlık dışı bir hatanın içine düşmüş, çıkamıyorlar. Dahası, çıkmak için de hiçbir ikazı dinlemiyorlar, hiçbir söze kulak asmıyorlar.
Bu durumda, ne yazık ki yapacak fazla bir şey kalmıyor.
Çata-çat devam edip giden kanlı boğuşmanın bitmemesinin, bir türlü sona ermemesinin en önemli sebebi budur.