Bugün yine farklı bir bakış açısıyla, gündemdeki pek mühim bir konuya değinmek istiyoruz.
Konu, genelde mülteciler, özelde ise Suriyeli sığınmacıların sosyal, medenî ve kültürel statüsü.
Asıl konuyu şöyle bir soru cümlesi ile biraz daha açmaya çalışalım: Mutlak çoğunluğu mâsum olup mazlûmiyet ve perişaniyet içinde yaşayan bu insanlar sığınmacı mı, mülteci mi, muhacir mi, misafir mi, ne?
Ya da SETA’nın (Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı) tâbiri ve tanımlamasıyla, bunlar “Geçici Korunaklı” statüsüne tabi tutulması gereken insanlar topluluğu mu?
Velhâsıl, hemen herkes, her kurum-kuruluş veya her grup-cemaat, kendine göre onlara bir isim takıyor ve tavrını, onlarla olan münasebetini de ona göre belirleyip tayin ediyor.
Bu durumda, meseleye İslâmî usûl ve esaslar çerçevesinde bakmaktan başka çare görünmüyor.
Olağan üstü paylaşımlar
Suriye’deki çatışmalardan kaçarak Türkiye’ye sığınanların yekûnu iki milyonu çoktan aştı. Üstelik, bundan sonrası için de durum meçhûl. Zaten, asıl konumuz da bu değil.
Dolayısıyla, burada şimdilik ele aldığımız asıl konunun anahtarları hükmünde olan “muhacir” ve “ensar” tabirlerin İslâmî literatürdeki yerine ve bilhassa Saadet Asrındaki karşılığına bakmaya çalışalım.