Totaliter rejimin hükümfermâ olduğu çeyrek asırlık dönemde (1923-50) uygulanan politikaların, yapılan icraatlerin çoğu, maalesef “akla ziyan” denilecek türden işler...
Düşünün ki, “Türklük-Türçülük” vurgusu had safhada sürdürülmekte iken, Türklükle hiç alâkası olmayan garâbetler yaşanıyor.
Meselâ, Türk Dili üzerinde kaskatı bir ırkçılık havasının hâkim kılınmaya çalışıldığı aynı devirde, işin başına hiç de Türk olmayan biri, Ermeni asıllı Agop Martayan getiriliyor.
Aynı şekilde, Türk Tarihi üzerinde bütünüyle kavmiyetçi bir atmosferin hükmettiği dönemde, anne tarafı Yahudi olup, Yahudi asıllı Lenin’le samimi yakınlığı ile bilinen Aqçuralı Josef isimli muamma şahıs getirtiliyor.
Türkleri ve Türklüğü yakından ilgilendiren bu kurumların başına öncelikle “Türk olmayanlar”ın getirilme sebebi nedir?
Bize göre, en kuvvetli ihtimallerden biri şudur: Müslüman Türk asıllı bir kimse, neseben Türk olmayan biri kadar koyu ve kaskatı derecede ırkçılık yapamaz.
İstenen şey, sınır tanımaz bir ırkçılık cereyanı olduğu için, bu maksada tam hizmet edecek, yani “biçilmiş kaftan” işlevi görecek türden kişiler tercihe şâyan olmuş.
Bu girizgâhtan sonra, şimdi konuyla ilgili olarak 12 Nisan 1931’den itibaren yaşanan tuhaf gelişmelere kısaca temas edelim.
İslâm dışı dil, tarih, san’at...
Mustafa Kemal’in emriyle Türk Ocaklarının kapatılmasından iki hafta sonra, yani 12 Nisan 1931’de toplanan bir heyet tarafından, merkezi Ankara'da olmak üzere “Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti” teşkil olundu. Cemiyetin kurucuları arasında yer alan Yusuf Akçura, bir yıl sonra (8 Nisan 1932) aynı cemiyetin başkanlığına getirildi. Ölünceye kadar da bu görevde kaldı.