Umumu alâkadar eden belâ ve musîbetler, semâvî taşlar gibi
başımıza yağmaya başladı.
Böylesi umumî belâ ve musîbetler, umumun/ekseriyetin hatasından
kaynaklanıyor.
“Musîbet-i âmme, ekseriyetin hatasından terettüp eder” diyor, asrın vekili Bediüzzaman Hazretleri. (Sünûhat: 63)
Acaba, milletçe zahirde ve bâtında hangi hata ve günahları işledik ki, kaderin fetvâsıyla birkaç cepheden sökün edip gelen bu fecî musîbetlere mâruz kaldık?
* * *
Son birkaç yıldır kardeş ve komşu ülkeleri kasıp kavuran dehşetli fitne ateşinin, sonunda Türkiye’yi de etkisi altına alacağı aslında tâ başından beri belliydi.
Sağduyu sahipleri, bu muhtemel tehlikeye defaatle dikkat çekti.
Ne var ki, piramidin tepesindeki siyasîlerimiz bu ciddî uyarılara karşı kör ve sağır kesildiler.
Hatta, kendileri gibi düşünmeyenleri ardniyetli olmakla ve Esed diktatörü ile birlikte hareket etmekle suçladılar.
Zaten, politik sermayelerinin yüzde 51’ini daima şu “başkasını suçlama” basitliği teşkil ediyor.
Velhâsıl, samimî dostlarını dahi dinlemediler ve hamasetle bildiklerini okumaya devam ettiler. “Bizim Reis herşeyi biliyor; onun her yaptığı doğru, her söylediği doğru” demekle iktifa ettiler.
Ne yazık ki, bu “ürkütücü teslimiyet”ten hâlâ geri dönülmüş değil. Bundan sonra da ayılacak gibi görünmüyorlar. Teslimiyet o derece katı, o derece koyu, o derece kangrene dönüşmüş durumda.