15 Temmuz kalkışması, derinlikli ideolojik mesaj ve gelecek
tasavvuru sunmayan, toplumsal tabandan yoksun ve ordu cuntası
sınıflamasına da sokulamayacak bir darbe girişimidir. Bu nedenle de
Kuleli Vak'ası'ndan (1859) 28 Şubat postmodern darbesine (1997)
uzanan süreçteki örneklerden farklılaşır.
İdeolojik mesaj-toplumsal taban
Türkiye, yeniçeri-ulemâ ittifaklarının "hal ve iclâs"ı sıradan
işleme indirgediği "preatorian" bir geleneğin mirasçısıdır.
Yeniçerilerin ortadan kaldırılması ve ulemânın hızlı statü kaybı
sadece aktörlerin değişimine yol açmıştır. Modernleşen asker-sivil
bürokrasinin siyasete ağırlığını koyduğu yeni düzende de "darbe"
temel "iktidar değiştirme aracı" olmuştur.
Sultan Abdülaziz'in hal'i (1876) ile başlayan "darbe girişimleri
dizisi" 1913'te Mahmud Şevket Paşa Suikastı ile tamamlandığında on
iki ciddî teşebbüs hayata geçirilmişti.
Bunların 1895 İngiltere destekli bürokrat darbesi, İttihad ve
Terakki Cemiyeti'nin 1897'de Suriye'den başlatacağı ayaklanma,
Osmanlı Hürriyetperverân Cemiyeti'nin "Royal Navy koruması" altında
Trablusgarb'dan İstanbul'a getirilecek asker ile gerçekleştireceği
iktidara el koyma girişimi (1902-1903) benzeri değişik aşamalarında
önlenen ya da Çırağan Vak'ası (1878) gibi fiilen bastırılanları
çoğunluktaydı.
Buna karşılık, darbeler 1876, 1908, 1912 ve 1913 yıllarında
başarılı olarak iktidar ve rejim değişikliklerine yol açmıştır.
Süreç tamamlandığında üç sultan tahttan indirilmiş, önüne konulan
evrakı imzalayan derviş-meşreb padişahı devirmenin önemsizleştiği
"meşrutî" dönemde de iktidar dört kez darbe ile el değiştirmişti.
Türkiye çok partili rejime geçiş sonrasında yeni bir darbe
girişimleri sarmalına girecektir.
Küçümsediğimiz Afrika ve Latin Amerika ülkelerininkinden bile
zengin "darbeler tarihimiz"in çeşitliliği "özgün" bir "örnek" ile
karşılaşılmasını güçleştirmektedir. Buna karşılık 15 Temmuz
kalkışması bir ideolojik mesaj ve toplumsal tabana sahip olmama
çerçevesinde diğerlerinden farklılaşmaktadır.
Şekil olarak, 15 Temmuz teşebbüsünün arka planındaki örgütlenme,
Süleymaniyeli Şeyh Ahmed Efendi ile "ahd" icra ederek Kuleli
Vak'ası olarak anılan darbeyi tezgâhlayan bürokratların teşkilâtını
andırmaktadır. Ancak bu benzerlik, hareketlerin başında dinî
liderler bulunmasının ötesine taşınamaz.
Kuleli Vak'ası, Islahât Fermanı (1856) ile gayrimüslimlere
bahşedilen "müsavat"tan rahatsızlık duyan Müslüman toplum
tabakalarının hislerine tercüman olmaya çalışan bir örgüt
tarafından hayata geçirilmişti. Buna karşılık 15 Temmuz "yurtta
sulh cihanda sulh," "dinler arası diyalog" benzeri basmakalıp ve
kitlede karşılık bulmayan klişeler dışında ideolojik mesaja sahip
değildi. 1859'da "Islahât Fermanı"nın yürürlükten kaldırılmasını
sevinçle karşılayabilecek bir toplumsal taban mevcuttu.
Ancak 15 Temmuz günü bir kapalı cemaatin liderler kadrosu dışında
darbenin "meşruiyet"ine inanan bulunmuyordu.
Bâb-ı Âlî baskınından 1960 Darbesi'ne ulaşan süreçteki girişimler
toplumun belirli kesimlerinden destek görmüşlerdir. İttihad ve
Terakki ya da Millî Birlik Komitesi adı altında iktidara el koyan
cunta, toplumsal çoğunluğa sahip değildi. Ancak bu örgütlenmelerin
mesajları ile eylemlerini onaylayan toplumsal tabanlar
mevcuttu.
15 Temmuz ise topluma bir mesaj iletmeyen ve tabandan yoksun bir
örgütlenmenin girişimi idi.
23 Ocak 1913 gününün ilerleyen saatlerinde Sadaret binası önünde
coşkulu nümayişler yapılmış, 27 Mayıs'ta "hürriyet"in geldiğini
düşünenler tankların üzerini doldurmuştu. 15 Temmuz'da ise
"emirkomuta zincirinde Kemalist darbe" gerçekleştiğini
zannedenlerin cılız alkışları dışında destek sergilenmemişti.
Gizli örgütlenme-Ordu cuntası
Darbeci yapılar eşyanın tabiatı gereği "gizli" örgütlenirler.
İttihad ve Terakki benzeri teşkilâtlar ve ordu içindeki cunta
yapılanmaları böylesi örgütlenmelerin çarpıcı örnekleridir. Buna
karşılık 15 Temmuz'un arkasındaki yapılanmanın "gizli"liği
diğerlerinden farklılaşmaktadır.
Zikredilen örgütler bir ideoloji ve gelecek tasavvuru etrafında
birleşenlerin oluşturduğu yapılardır. Buna karşılık, 15 Temmuz'u
sahneleyen, sivil toplum örgütü maskesi takarak
teşkilâtlandırılmış, kapalı bir "yapı"dır. Birincisinde
"teşkilâtlanma" ikincisinde ise "teşkilâtlandırma" vardır.
Örneğin, rejim değişikliği arzulayan zabit ve bürokratlar 1908
öncesinde Terakki ve İttihad Cemiyeti çatısı altında, "1960
Devrimi"nin "yoldan çıktığı"nı düşünen ve kendilerini "Gerçek
Kemalistler" olarak gören subaylar ise Talât Aydemir cuntası içinde
"örgütlenmiş," buna karşılık söz konusu kapalı yapının mensupları
sınav sorusu çalma, sıkı denetimle robotlaştırma benzeri araç ve
yöntemlerle "örgütlendirilmişler"dir. Bu güdümlü örgütlendirilmenin
de "kişi kültü tapınması" dışında ideolojik temel ve toplumsal
mesajı olmamıştır.
Benzer şekilde, 15 Temmuz bir "ordu darbesi" olmadığı gibi Aydemir
Cuntası ya da 1912 Halâskâr Zabitan Grubu benzeri bir örgütlenmenin
ürünü de değildir.
Onun sokağa dökebildiği asker, bir cunta değil kapalı bir cemaat
adına silaha sarılmıştır.
Kurmak istediği rejimin şekli konusunda da "kişi kültü tapınması"
dışında ipuçları bulabilmek zordur.
Düğmeye basma ve "düğme"
15 Temmuz, belirgin bir ideolojik mesajı olmayan, toplumsal
tabandan yoksun, gelecek tasavvuru sunmayan bir kapalı yapının
hayata geçirdiği darbe girişimidir.
Bu girişimin, 15 Temmuz gecesi başarı sağlasa bile 16 Temmuz günü
"Türkiye'yi yönetemeyeceği"nin görülememiş olması imkânsızdır. Buna
rağmen mesianik beklentilerle düğmeye basılmış olması, Talât
Aydemir'in gözü kara 1962 ve 1963 darbe girişimlerini anımsatırsa
da böylesi bir kıyaslama yanıltıcı olur.
Bu bağlamda değerlendirildiğinde, 15 Temmuz'u, kullandığını
zannettiği yabancı istihbarat örgütlerinin taşeronu haline
geldiğini göremeyen, "2016 Türkiyesi" karmaşıklığındaki bir topluma
birkaç tabur asker, birkaç bin bürokrat ve güvenlik görevlisi ile
el koyacağını, "cahil halkın önüne ne konulursa yiyeceğini"
varsayan kapalı bir yapının uzaktan kumandalı eylemi olarak görmek
anlamlı olur. Düğmeye basarak "ihtilâl" başlattığını düşünen bu
yapı gerçekte "kendisinin bir düğmeye dönüştüğünü"
algılayamamıştır.
15 Temmuz girişiminin yeni Ortadoğu şekillenirken Türkiye'ye
kaybettirdiği zemin, yarattığı toplumsal tahribat ve neden olduğu
geniş kapsamlı mağduriyetler, düğmeye bastıklarını düşünenlerin
"başarısız," buna karşılık "düğme"nin "işlevsel" olduğunu
kanıtlamıştır.