"Arap Baharı" olarak adlandırılan siyasal dönüşümlerin üzerinden
yedi yılı aşkın bir süre geçmesine karşın yaşananlardan etkilenen
toplumlarda "tamamlanamayan" bir süreç söz konusudur. Dönüşümlerin
ilk günlerindeki büyük beklentilere karşılık "tamamlanamayan"
süreçlerden sadece birinde demokratikleşme yolunda önemli adımlar
atılmıştır. Buna karşılık diğerleri iç savaş, parçalanma, şiddet
sarmalı ve "bahar" öncesini aratan diktatörlüklere
sürüklenmişlerdir.
"Arap dünyası" kavramsallaştırması, ortak paydası Arap dili olan,
buna karşılık tarihî gelişim, toplumsal yapı, siyasal kültür
benzeri alanlarda derin farklılıkları içeren bir coğrafyaya atıfta
bulunması nedeniyle fazlasıyla sorunludur.
Böylesi bir "dünya"nın var olduğu varsayımından yola çıkarak onun
Bahreyn, Mısır, Suriye, Tunus, Yemen benzeri parçalarında yaşanan
"ortak" bir "bahar" olduğunu düşünmek yanıltıcıdır.
Ancak bu tür bir genellemeden kaçınarak baskıcı rejimlere karşı
aynı zaman diliminde başlayan hareketlerden sadece birisinin
demokrasi yolunda önemli gelişme sağlamış olmasının nedenlerini
tartışmak anlamlıdır.
Zor değişim
Kuzey Afrika'dan Basra Körfezi'ne ulaşan bir alanda değişim talebi
ile sokaklara çıkan topluluklar "lidersiz," "kendiliğinden gelişen"
eylemler sonrasında diktatörlerin bir kısmını siyasal gücü terke
zorlamışlar; ancak sonrasında geleceği beraberce inşa yerine
toplumsal fay hatları etrafında çatışmayı tercih etmişlerdir.
Bunun neticesinde "Arap Baharı," bir örnek istisna edilirse, iki
gelişmeyi tetiklemiştir. Libya, Suriye, Yemen gibi ülkelerde
düzenin bütünüyle çökmesi neticesinde kanlı iç savaşlar yaşanırken,
Mısır'da askerî diktatörlük gücünü tahkim etmiştir.
Etnik, mezhepsel, bölgesel ve aşiretler arası fay hatları "Arap
Baharı"nın Tunus dışındaki örneklerinde kitleler tarafından talep
edilen demokratikleşme yerine tam tersine gelişmelerin yaşanmasına
neden olmuştur.
"Arap Baharı"nın kıvılcımını ateşleyen Tunus'un söz konusu
başarısının sorunlarla karşılaşmadan elde edilmediği ortadadır.
"Yasemin Devrimi" olarak adlandırılan kitlesel hareketler baskıcı
rejimin çöküşünü sağlamış, ancak seküler toplum kesimlerinin en
güçlü siyasal aktör En-Nahda ile çalışma alanındaki
gönülsüzlükleri, Selefî azınlığın muhalefeti, 2012 Eylülü'nde ABD
elçiliğine yönelik saldırı ve 2013'te seküler siyasetçi Şükrü
Belaid ile kurucu meclisin sosyalist üyelerinden Muhammed
Brahmi'nin katledilmeleri sonrasındaki karışıklıklar, anayasanın
umulanın tersine iki yılda kaleme alınabilmesi benzeri zorluklar
hedeflere ulaşmada ciddî engeller oluşturmuştur.
Geçtiğimiz eylülde kabul edilerek devrik diktatör Zeynelabidin bin
Ali iktidarında yolsuzluklara karışan görevlilere af getiren
yasanın yarattığı tartışma, ilk kez yapılacak mahallî idare
seçimlerinin sürekli ertelenmesi benzeri gelişmeler, liberal
demokrasiye ulaşma alanında katedilecek yolun az olmadığını ortaya
koymaktadır.
Ancak "Arap Baharı"nın diğer örneklerinden farklı olarak yeni ve
özgürlükçü bir toplum sözleşmesinin kaleme alınması, Ahmed Bey'den
Habib Burgiba ve Şeyh Muhammed el-Tahir ibn Âşur'a uzanan
kişiliklerin kültleştirilmeden, "hata ve sevap"larıyla,
tarihselleştirilerek sahiplenilmesi, seküler ve dinî toplum
kutuplarının kendi görüşlerinin mutlak egemenliği yerine "davla
madaniya" ilkesi çerçevesinde "vatandaşlık temelli" uzlaşmayı
kabûlleri geleceğe ümitle bakılmasını mümkün kılmaktadır.
Tunus örneği özel mi?
Tunus örneği Batı entelektüel mehâfilinde "Arap dünyası"ndaki
seçeneklerin, seküler diktatörlükler ve baskıcı hanedanlar ile
çatışma ve kaos olduğu yolundaki yaygın inancı sarsmıştır. Bu
gelişme ise genellikle "özgünlük"e bağlanmaktadır. Konu üzerine
kaleme alınan önemli çalışmalardan Nicolas Beau ve Dominique
Lagarde'ın L'exception Tunisienne, Safwan Masri'nin Tunisia: An
Arab Anomaly kitaplarının başlıklarında kullanılan "istisnâ" ve
"kural dışılık" ifadeleri bu yaklaşımı yansıtmaktadır.
Bu yaklaşım Tunus'un tarihî gelişimi ve toplumsal yapısı nedeniyle
"Arap Baharı"nın diğer örneklerinden farklılaşabildiğini, bölünme
ve çatışma yerine uzlaşma ve demokratikleşmeye yöneldiğini
savunmaktadır.
Bu analizin bütünüyle reddi anlamlı değildir. Ancak anayasacılığın
uzun tarihinden Burgiba rejiminin seküler temellerine, güçlü ve
eğitimli orta sınıf oluşumundan kadının toplumsal hayat ve
siyasetteki rolüne ulaşan özelliklerin "diğer Arap ve bölge
ülkelerinde bulunmayan bir özgünlük yarattığı" tezi, son tahlilde,
indirgemecidir.
Bunlar Tunus'un farklı bir çizgiye yönelmesinde kuşkusuz etkili
olmuştur.Tunus'un etnik, mezhepsel, bölgesel ve aşiretlere ilişkin
güçlü fay hatlarına sahip bulunmayan türdeş bir toplum olmasının da
"bahar" sonrasında çatışma yerine uzlaşmaya yönelinmesinde etkili
olduğu vurgulanabilir.
Fakat benzer hususiyetlerin pek çoğunun Suriye benzeri diğer
örneklerde de bulunduğunuan altı çizilmelidir.
Buna karşılık, son derece kırılgan "seküler- İslâmcı" fay hattına
sahip Tunus toplumunda tarafların bunun etrafında kutuplaşmak ve
çatışmak yerine uzlaşmayı tercih etmeleri belirleyici olmuştur.
Burada başta En-Nahda liderliği olmak üzere yeni siyaset
aktörlerinin oynadığı rolü göz ardı edebilmek mümkün değildir. Bir
karşılıklı taviz ve uzlaşma belgesi olan 2014 Tunus Anayasası bunun
en anlamlı kanıtıdır.
İbrahim Fraihat'ın "Arap Baharı"nın "başarılı" ve "başarısız"
örneklerini karşılaştıran "Bitmemiş Devrimler: Arap Baharı
Sonrasında Yemen, Libya ve Tunus" çalışmasının da ortaya koyduğu
gibi yerli aktörlerin "ulusal uzlaşma"yı sağlama çabası ve
"siyasete bütünüyle egemen olma" yaklaşımından feragat etmesi
"bahar" ya da "kış" seçeneklerine yönelimde belirleyici
olmuştur.
Baskıcılık ve çatışma kader mi?
Tunus'un dış müdahale olmaksızın ulaştığı netice "Ortadoğu'ya
demokrasi götürme" girişimleri kadar "Arap dünyasında demokrasinin
kök salamayacağı" benzeri ırkçılık sınırlarında dolaşan
önyargıların da anlamsızlığını ortaya koymuştur.
Tarih ve toplumsal yapılanmanın bu noktaya gelinebilmesindeki rolü
inkâr edilemezse de oraya ulaşmakta en büyük pay 1861 Anayasası ya
da Burgiba sekülarizminden ziyade 2010 Devrimi sonrasındaki siyasal
aktörlere ait olmuştur.
Tunus'un liberal demokrasiye dönüşmek için alacağı yolun uzun
olduğu ve bu süreçte engellerle karşılaşılacağı açıktır. Buna
karşılık, bu noktaya ulaşılması bile bölge için "kış"tan başka
seçenek bulunmadığı yolundaki yaygın kanaatin temelsizliğini ortaya
koymuştur.