M. Şükrü Hanioğlu Sabah Gazetesi

Bir Suriyeli daha öldü

Suriye ve Arap dünyasının önde gelen entelektüellerinden Sadık Celâl el-Azm'ın vefatı Türkiye'de fazla yankı uyandırmadı. Onun, post-modern dünya ve coğrafyamızın temel sorunları üzerine derin tezler ve...

25 Aralık 2016 | 146 okunma

Suriye ve Arap dünyasının önde gelen entelektüellerinden Sadık Celâl el-Azm'ın vefatı Türkiye'de fazla yankı uyandırmadı. Onun, post-modern dünya ve coğrafyamızın temel sorunları üzerine derin tezler ve kuramsal çerçeveler geliştirmekle yetinmeyerek, düşüncelerine dayalı bir siyasal duruşu, uzun yıllar sürgünde yaşamak pahasına taviz vermeden sergileyen bir entelektüel olduğu göz önüne alındığında bu ilgisizlik şaşırtıcı bulunabilir.
Buna karşılık, literatimizin hatırı satılır kısmının "Ortadoğu"yu tümüyle yabancı ve "seviyesi düşük" bir kültür alanı olarak gördüğü gerçeği ışığında bunun olağan olduğu yorumunu yapmak da mümkündür.

"Yerli" bir Marksist
Sadık el-Azm, "Batı" kamuoyu ve "Arap solu"nun, "İslâmcı terörizm sekülarizme karşı" şeklinde kavramsallaştırdığı bir çatışmanın, "iç savaş" değil iktidarını "ilelebed" sürdürmeye çalışan bir mezhep diktatörlüğü tarafından gerçekleştirilen kitlesel kıyım olduğu görüşünü değiştirmeden dile getiren nadir Marksist entelektüellerden birisi idi.
Slavoj Zizek'in "hiç değilse seküler bir lider olduğu" gerekçesiyle Beşşar el-Esed'e sahip çıktığı, Noam Chomsky'nin ise "cihatçıların iktidara gelişinin" tetikleyebileceği facialara dikkat çekerek Ba'as rejimini "ehveni şerreyn" olarak sunmaya çalıştığı bu çatışmada "demokrat" tavır alabilen Sadık el-Azm, mahallesinde "seküler rejimlerin sonunu getirir" gerekçesiyle "Arap Baharı"nın dışlanmasını savunan kesimlere karşı çıkabilen ender kişilerin de başında geliyordu.
Kendi ifadesini kullanacak olursak Arap Baharı, son tahlilde, "önemli Arap devletlerinde iktidarın, askerî seçkinler ve işbirlikçileri tarafından uzun süreli gasp ve tekelleşmesine" yönelik tepkinin yarattığı ve "iktidarı halk adına geri almaya çalışan" bir "sivil toplum" girişimiydi.
Daha sonra aşırı gruplar tarafından da sahiplenilmesi "Arap Baharı"nın "anlamsız" ve "gereksiz" olduğu anlamına gelmiyordu.
Suriye'nin ünlü âyân ailelerinden birisinin mensubu olan Sadık el-Azm, II. Abdülhamid'in en güvendiği asker ve devlet adamlarından ve Osmanlı Devleti'nin Bulgaristan Başkomiserliği benzeri üst düzey görevlerde bulunan Sadık el- Mü'eyyed el-Azm Paşa'nın torunuydu. Babası da Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale cephesinde çarpışan Sadık el-Azm, Beyrut Amerikan Üniversitesi'ni bitirdikten sonra doktorasını Yale Üniversitesi'nde Henri Bergson'un ahlâk felsefesi üzerine yapmış, akabinde de Kant'ın "Zaman Kuramı" üzerine çalışmıştı.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Unuttuğumuz savaş 18 Kasım 2018 | 3.763 Okunma İstiklâl Marşı’nı okuyarak ırkçılık mı yapıyoruz? 11 Kasım 2018 | 5.669 Okunma Otoriter ritüel ve söylemleri eleştirmek “Türklük” karşıtlığı mıdır? 04 Kasım 2018 | 2.470 Okunma “Temsilî demokrasi” krizinde Türkiye 28 Ekim 2018 | 4.277 Okunma “Millî irade-vesayet” kısır döngüsünü kırmak 21 Ekim 2018 | 4.550 Okunma