Clifford Geertz, İslâm coğrafyasının iki ucunda yer alan
Endonezya ve Fas'ta dinin "nasıl yaşandığını" ele alan
çalışmasında, Claude Lévi- Strauss yapısalcılığının ötesine geçen,
"yorumlayıcı" antropolojik yaklaşımı hayata geçirmeye çalışmıştı.
Söz konusu değerlendirme "semboller" aracılığıyla kültürün ayrılmaz
parçası olan dinin bireylerin yaşam tarzını nasıl şekillendirdiğini
tahlil ediyordu.
Geertz'in ulaştığı sonuç, değişik Müslüman toplulukların, örneğin
yerleşik Araplar ile bedevîlerin dini farklı biçimde yaşadığını
savunan görevselci (functionalist) yaklaşımların yüzeysel
farklılıkları abarttığı, "İslâm"ın değişik toplumlarda "aynı
kökleşmiş sembolleri" kullandığı idi. Kendisinin de vurguladığı
gibi sathî bir bakışla "Endonezya İslâmı" ile "Fas İslâmı" arasında
kapsamlı farklılıklar olduğunu düşünmek mümkün olabilirdi. Buna
karşılık, kullanılan kökleşmiş sembollerin aynı olması hayata bakış
açısı açısından "türdeş" bir "İslâm"dan bahsetmeyi mümkün
kılmaktaydı.
Bir süre önce Avusturya ve günümüzde Fransa'da yaşanan gelişmeler,
Geertz'in yarım asır önce yaptığı analiz neticesinde ulaştığı
sonuçların Avrupa siyasî mehâfilinde göz ardı edildiğini ortaya
koymaktadır.
"İslâm" inşa'ı
Üç yıl önce "Avusturya karakterli İslâm" oluşturma amacıyla, 1912
tarihli "İslâm Kanunu (Islamgesetz)"de kapsamlı değişimler yapan
yasa ile Emmanuel Macron'un geçtiğimiz şubatta verdiği bir
mülâkatta başlatılacağını dile getirdiği "Fransız İslâmı yaratma
projesi," "radikalizm" ile mücadele alanında alınabilecek en köklü
tedbirin "modern, ulusal İslâm"lar yaratma olduğu düşünsel arka
planına dayanmaktadır.
Avusturya'da gerçekleştiren kanun değişikliği, Birleşmiş Milletler
İnsan Hakları Komisyonu tarafından da dile getirilen "uluslararası
inanç özgürlüğü kıstaslarına uyumsuzluk" ve "ayrımcılık"
eleştirilerine maruz kalmıştır. Macron'un açıklamaları sonrasında
ise hayata geçirilmek istenen projenin, 1905'te kabûl olunarak
laikliğin zaferini ilan eden "Kiliseler ile devletin ayrılmasına
ilişkin yasa"ya aykırı olacağı hukuk uzmanları tarafından ifade
olunmaktadır.
Bu girişimlerin hukukî veçheleri, inanç özgürlüğü ile uyumu
şüphesiz değerlendirilmelidir. Ancak sorgulanması gereken temel
konu yukarıdan aşağıya "ulusal, arzulanan değerleri
içselleştirilmiş İslâm yaratma" projesinin ne derece anlamlı
olduğudur.
Oryantalizmden ulusal "İslâm"a
Batı'nın benimsediği Oryantalist söylem Yahudi ve Hıristiyan
geleneklerinden uyarlandığını iddia ettiği ve genellikle
"Muhammedîlik" olarak atıfta bulunduğu "İslâm"ın, hurâfât ve
israiliyât yığınından oluşan, kötü bir taklit olduğunu iddia
etmiştir. Reinhart Dozy'nin "Tarih-i İslâmiyet"inden Hagarism
benzeri değerlendirmelere ulaşan çalışmalar Müslümanlara
inançlarının temelsizliğini akademik tahliller aracılığıyla ispata
çalışmıştır.
"İslâm"ın, Yahudi ve Hıristiyan geleneklerinin anlamsız bir yorumu
ve ilkel insan toplulukları için üretilmiş bir "inanç biçimi"
olduğunu savunan Oryantalist söylemin Müslümanlara dolaylı olarak
önerdiği, "medenîleşerek" bir bâtıl itikat olan "İslâm"ı bir kenara
bırakmalarıydı.
Söz konusu söylem materyalizmin yükselişi sonrasında "tüm dinler
anlamsızdır; ama en anlamsız ve ilkelleri İslâmiyettir" tezine
dayalı ikinci bir anlatıma da sahip olmuştu. İslâm, dindar
Oryantalist söylemde "kötü bir taklit," seküler Oryantalist
söylemde ise "en saçma inanç biçimi" olarak aşağılanıyordu.
Batı'da "İslâm"a yönelik güncel söylemler de benzer tonlara
sahiptir. Romanları satış rekorları kıran, son kitabı Soumission,
Marine Le Pen'in başkanlığa gelmesini önlemek isteyen Fransız
merkez partilerinin Müslüman Partisi'nin lideri Mohammed Ben
Abbes'in adaylığını desteklemeleri kurgusu üzerine inşa edilen
Michel Houellebecq'in bir mülâkatında dile getirdiği "en saçma din
gerçekten İslâm'dır. Yahudiler en azından Ahd-i Atik'i kaleme
alırken büyük bir edebî yetenek sergilemişlerdir. Hıristiyanlık o
kiliseleri, vitraylı pencereleri, yağlı boya tabloları ve
heykelleri üretmiştir. İslâm'ın ise Kur'an'ı vardır. Birisi onu
okuduğunda korkudan tüyleri diken diken olur" ifadesinin de ortaya
koyduğu gibi günümüz seküler Batı söyleminde de "İslâm"ın en
"anlamsız ve ilkel" din olduğu dile getirilmektedir.
Batı'da egemen olan bu söylemin Avrupa ülkelerinin "İslâm sorunu"nu
çözmekten uzak olduğu ortadadır. Bu nedenle Batı "modern, ıslâh
edilmiş İslâm" yaratma iddiasıyla ortaya çıkanları desteklemekle
kalmamış, bunu küresel düzeyde hayata geçirecek "ılımlı İslâm"
projesini gündemine almıştır.
Bu yaklaşım, İslâm âleminde saygı duyulan otorite ve ülkelerin
liderliğinde yaratılacak "ılımlı İslâm"ın göreceği yaygın kabûlün
"radikalizm"e karşı en güçlü mücadele silahı olacağı inancının
ürünü idi. Ancak bu proje de anlamlı neticelere ulaşamamış ve
küresel ölçekli, kapsayıcı bir "İslâm reformasyonu" hayata
geçirilememiştir.
Avusturya ve Fransa gibi küçümsenmeyecek Müslüman nüfûsa sahip olan
(sırasıyla % 7 ve % 8) toplumlarda Müslümanların medenîleşerek
"taklit ve hurâfât yığını" dinlerini bir kenara bırakmaları ve
küresel "ılımlı İslâm"ı benimseyerek "dinlerinin radikal
yaklaşımlarını törpülemeleri" yaklaşımlarının başarısızlığı
sonrasında gelinen nokta "ulusal İslâm"ların yaratılmasıdır.
Bu yaklaşıma göre devlet kontrolünde ehlileştirilerek modernliğe
uyumlu hale getirilecek "Avusturya" ve "Fransız" "İslâmlar"ı
Müslümanların topluma kazandırılmalarını sağlamanın yanı sıra
"radikalizm" tehdidini de bertaraf edecektir.
Oliver Roy'nın da vurguladığı gibi Fransa'nın "200 tanesinin
terörist olmasını önlemek amacıyla altı milyon vatandaşının saliki
olduğu bir dini 'düzenlemeye' girişmesinin anlamsızlığı"
ortadadır.
Projenin geleceği
Bir "Fransız İslâmı" yaratma girişimi, bunun da ötesinde,
gerçekleştirilmesi mümkün olmayan bir projedir. Değişik Müslüman
toplumlarının dini yaşama şekillerinin "özgün biçimler"
oluşturduğu, bunların yukarıdan aşağıya inşa edilebileceği ve
"İslâm"ın kullandığı semboller aracılığı ile "ortak paydalar
oluşturmadığı"nı varsayan bu yaklaşım, buradan hareketle, "modern
ve ılımlı" bir "Fransız İslâmı" yaratılabileceğini
savunmaktadır.
Macron'un işaret fişeğini ateşlediği, devlet kontrolünde modern,
ılımlı, cumhuriyetçi "ulusal İslâm" inşa etme projesinin doğuracağı
sonuçları tahmin için başvurulabilecek güzel bir örnek
bulunmaktadır. Benzer iddialarla "Türk İslâmı" yaratmaya çalışan,
bunu yaparken de Fransız laiklik modelinden yararlanan girişimin
neticeleri, dönem ve toplumlar arasındaki farklılıklara karşın,
"Fransız İslâmı" projesinin geleceğine ayna tutmaktadır.