M. Şükrü Hanioğlu Sabah Gazetesi

İstiklâl Marşı’nı okuyarak ırkçılık mı yapıyoruz?

"Öğrenci andı" ritüelini savunan siyasetçiler, son günlerde, İstiklâl Marşı'nda açık "ırkçılık" vurguları bulunduğu gerekçesiyle çok daha masum içeriğe sahip olduğunu...

11 Kasım 2018 | 5.669 okunma
ğrenci andı" ritüelini savunan siyasetçiler, son günlerde, İstiklâl Marşı'nda açık "ırkçılık" vurguları bulunduğu gerekçesiyle çok daha masum içeriğe sahip olduğunu düşündükleri söz konusu yemine karşı çıkılmamasını talep etmektedir.
İlk bakışta, "mugalatacehalet melezi" böylesi bir tezin çürütülmesinin gereksiz olduğu düşünülebilir. Buna karşılık, "millet" ve "millî" kavramlarında olduğu gibi "ırk"ın da güncel anlamından yola çıkarak yapılan retrospektif yorumlar ciddî hatalara düşülmesine neden olduğu için konunun değerlendirilmesi yararlı olacaktır.

Yeni kavramlar, eski kelimeler
Modernlik sonrası gerçekliğine cevap vermeye çalışan tüm toplumlarda görüldüğü gibi Osmanlı entelektüelleri de değişim sürecinde yeni bir siyaset lisanı yaratmaya çalışmışlardır. Bu çerçevede "vatan," "millet," "kavim" benzeri kelimeler "yeni" kavramları tanımlama amacıyla kullanılmıştır. Örneğin, kişinin "doğup büyüdüğü" yer anlamındaki "vatan" kelimesi çok daha geniş ve soyut bir kavramı dile getirmeye, "dinî cemaat"e atıfta bulunan "millet," "nation" karşılığı olarak istimâl olunmaya, "kavmiyetçilik" ise "milliyetçilik/ nasyonalizm"i ifade etmeye başlamıştır.
Bunun neticesinde aynı kelimeler farklı mânâlarda kullanılmış, Namık Kemal "vatan" ile yeni bir kavramı dile getirirken, Osmanlı gazetelerinde "ticaret için azimet buyurdukları Dersaadet'ten vatanları olan Manisa'ya avdet ettiler" benzeri açıklamalar yer alabilmiştir. Benzer şekilde "Osmanlı milleti" ile "Ermeni Katolik milleti" eşzamanlı olarak kullanılabilmiş, Müslümanlar "millet- i merhume"nin mensubu olduklarını düşünmüşlerdir.
Damar, nesil, sülâle, soy, neseb, cins anlamları taşıyan "ırk" sözcüğü de bu çerçevede değişik kavramlara atıfta bulunmaya başlamıştır. Bu Osmanlı toplumuna özgü bir gelişme olmamıştır. Avrupa lisanlarında da benzer karşılıkları bulunan "race/ırk ('rasse/ırk' kelimesi Almancada ancak on sekizinci asırda kullanıma girmiştir)" Batı'da on altıncı asır sonrasında "millet" ve "milliyet"leri, Kant'ın "dört temel ırkı (Grundrassen)" ele alan 1775 tarihli eseri, Blumenbach'ın çalışmaları akabinde ivme kazanan fizikî/biyolojik antropoloji araştırmaları ve ilerleyen dönemlerde de Darwinizmin etkisiyle yeni kavramsallaştırmalara işaret etmeye başlamıştır.
Ancak Osmanlı ve Batı toplumlarında "ırk"ın eski anlamlarında da istimâli sürmüştür. Örneğin, Türbedâr Ahmed Amiş Efendi, gençliğinde Yanık Selvi (Sevlievo) Bektaşî dergâhına giderek Sadık Efendi'ye intisab etmek istediğinde kendisine "oğlum daha gençsin, vaktin gelince ırkı temiz birisi gelib seni bulunduğun yerde irşâd eder" cevabı verilmiştir.
Buna karşılık Jön Türk neşriyatında Türklerin "ırk-ı asfer (sarı ırk)"a değil "ırk-ı ebyaz (beyaz ırk)"a ait olduğu vurgulanırken, Yusuf Akçura "Üç Tarz-ı Siyaset" çalışmasında Osmanlı devletinin önündeki en anlamlı seçeneğin "ırk esasına müstenid Türk milliyetçiliği" olduğunu dile getirmiştir.
"Türk Yurdu" dergisi de Cemaleddin Efganî'nin Hindistan'da "Makalât-ı Cemâliye" başlığıyla neşrolunan derlemesi içinde "lisan birliği"nin önemine değinen yazısının tercümesini 1912'de "Vahdet-i Cinsiye (Irkiye) Felsefesi" başlığı altında yayımlamıştır. Efganî'nin "cins/cinsiyet" ifadeleri, çeviriyi yapan Resulzâde Mehmed Emin tarafından Türkçeye bazen "ırk" bazen de "milliyet" sözcükleriyle aktarılmıştır. "Millet"e atıf, "ırk"ın bu dönemdeki yaygın anlamını yansıtmıştır.
Batı toplumlarında "race" kelimesinin kullanımı alanında da benzer bir gelişme yaşanmıştır. "Race/ ırk" bir yandan "iyi soydan gelme"ye atıfta bulunmayı sürdürürken, frenoloji çalışmaları ile antropometrik ölçümleri "bilimsel analiz aracı" olarak sunan, "sarı ve siyah ırklar"ın düşük kalitesini vurgulayan antropoloji çalışmaları "race/ırk"ı farklı bir anlamda kullanmışlardır.
Kavram bu dönemde Batı'daki yaygın kullanımında da "milliyet/etnik gruplar"a atıfta bulunmuştur. Örneğin, 1908'de Scotus Viator takma adı ile "Racial Problems in Hungary" kitabını kaleme alan R. W. Seton-Watson çalışmasında "ırk problemleri"ne değil Sloven ve Rumenler gibi "milliyetler"in Macar yönetiminden kaynaklanan sorunlarına odaklanmıştır.

Mehmed Âkif'in "millet"i
"Irk" kavramının yaygın biçimde "millet/milliyet"e atıfta bulunması Birinci Dünya Savaşı sonrasında da sürmüştür. Örneğin, barış antlaşmalarında değişik milliyetler ve etnik azınlıklar için "Nationalitäten" karşılığı olarak "races" ifadesi tercih olunmuştur.
1918 sonrası Osmanlı kullanımında ise "ırk" ağırlıklı olarak mutasavver "Müslüman milleti" ile bileşenlerine atıfta bulunmuştur. Örneğin, "Misak-ı Millî," işgal altındaki Arap vilâyetleri dışında kalan bölgelerde yaşayan Müslümanların oluşturduğu, Mustafa Kemal Paşa'nın "muhtelif anâsır- ı İslâmiyeden mürekkeb" olduğunu vurgulayacağı bir "millet"i oluşturan unsurların "hukuki ırkiye"lerine vurgu yapmıştır. Bu günümüz anlamıyla "ırkçı" bir yorum değildir.
İslâmcılığın önde gelen simâlarından Mehmed Âkif'in İstiklâl Marşı'nı kaleme aldığı bu dönemde "ırk" ile "Müslüman milliyetçiliği"nin öznesi olan "millet"e atıfta bulunduğu şüphesizdir. Mehmed Âkif, "Berlin Hatırâları" manzûmesinin da ortaya koyduğu gibi "ırk"ın diğer anlamının da farkında olmuş; ama buna eleştirel yaklaşmıştır.
İlerleyen yıllarda yükselen "ırkçılık," Avrupa'da olduğu gibi Türkiye'de de "ırk"ın yaygın biçimde fizikî antropoloji temelli kavramsallaştırmalar ve bunlara dayanan "millet" tanımı için kullanımına yol açmıştır.
Örneğin, Türklerin "sarı ırka mensup olmadıklarını" ispatlaması için Eugène Pittard'ın yanına tez yazmaya gönderilen Âfet İnan, devlet desteğiyle 64,000 denek üzerinde yapılan antropometrik ölçümler neticesinde "millet"i, "brakisefal kafataslıların oluşturduğu ırk birliği" üzerinden tanımlar, Türkiye'nin "millî ırk toprağı olduğunu" savunurken, "Atsız Mecmua" Türklerin "Aryanî sayılması" gerekliliğine işaret etmiştir. 1942'de yayına başlayan "Gök-Börü" dergisi ise kelâm-ı kibâr olarak "Her Irkın Üstünde Türk Irkı!" ifadesini seçecektir. Bu süreçte "ırk"ın eski kullanımları bütünüyle terkolunmuştur.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında diğer mânâları sözlüklerde kalmış olan "ırk" kelimesi fazlasıyla olumsuz kavramsallaştırmalara atıfta bulunmaya başlamış ve "siyaseten doğru olmayan" bir sözcük haline gelmiştir.
"Irk"ın yaptığı atıflar alanında yaşanan değişimin ayrıntılarını bilmemek mümkündür. Buna karşılık, Birinci Meclis'in 1921'de millî marş olarak kabûl ettiği metindeki "kahraman ırkıma" ve "ırkıma yok izmihlâl" ifadelerinden "ırkçılık" türeterek otoriterlik savunusu yapmanın sadece bilgisizlikten kaynaklanmadığı ortadadır.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Unuttuğumuz savaş 18 Kasım 2018 | 3.763 Okunma İstiklâl Marşı’nı okuyarak ırkçılık mı yapıyoruz? 11 Kasım 2018 | 5.669 Okunma Otoriter ritüel ve söylemleri eleştirmek “Türklük” karşıtlığı mıdır? 04 Kasım 2018 | 2.470 Okunma “Temsilî demokrasi” krizinde Türkiye 28 Ekim 2018 | 4.277 Okunma “Millî irade-vesayet” kısır döngüsünü kırmak 21 Ekim 2018 | 4.550 Okunma