"Ortadoğu"yu "bataklık"
metaforu üzerinden kavramsallaştıran çevrelerdeki yaygın
kanaatlerden birisi de bu tehlikeli bölgeden "uzak durmanın"
Cumhuriyet kurucularından mirâs kalan bir "siyaset" olduğudur.
Bu yaklaşıma göre Türkiye, Cumhuriyet sonrasında coğrafî konumuna
karşın "arkamızdan vuran Araplar" ile diğer "az gelişmiş"
unsurların oluşturduğu "Ortadoğu"ya arkasını dönmüş, bölgedeki
gelişmelere karışmamış ve "Batı"nın parçası haline gelmeye gayret
göstermiştir. Bu siyasetin bir kenara bırakılması ve "bataklığa
girilmesi" ise kapsamlı sorunlarla boğuşmamıza neden olmuştur.
Bir ülkenin "coğrafyasındaki gelişmelerle ilgilenmemesi"ni savunan
bu yaklaşımın inşa ettiği tarihin gerçeklikle uyumsuzluğuna
karşılık revaç bulmasının temel nedeni "Kemalist dış siyaset"in
kasıtlı olarak "Kemalist söylem" ile ikame edilmesidir.
"Uzağım" diyen "yakın" komşu
Falih Rıfkı Atay, 1938 yılı başlarında mandat idaresi altındaki
Filistin'den gelen bir Siyonist temsilci ile yaptığı gizli
görüşmenin başlangıcında Araplar hakkında, "Zeytindağı"nda dile
getirdiği mütehakkimâne "yukarıdan bakış"ı tekrarladıktan sonra
yaklaşımının "çok sayıda Kemalist seçkin" tarafından paylaşıldığını
ifade etmişti. Buna karşılık Atay görüşmenin devamında bu konuda
söz konusu çevreye egemen olan "hisler"in "Türkiye'nin Ortadoğu
siyaseti"ni etkilemesine izin vermediklerini söylemişti. Kendisine
göre bu siyaset sadece "millî çıkarlar ve jeopolitik koşullar"
çerçevesinde belirleniyordu.
Bu görüşmeyi geçtiğimiz günlerde yayımladığı "Kemalist Turkey and
the Middle East (Kemalist Türkiye ve Ortadoğu)" kitabında
yorumlayan Profesör Amit Bein, Türkiye'de uzun süre sadece popüler
düzeyde değil akademik çalışmalarda da egemen yaklaşım haline gelen
"Erken Cumhuriyet döneminde Ortadoğu'dan uzak durulduğu" tezinin
gerçeklikle çeliştiğini ortaya koymaktadır.
Bein'in başarılı çalışmasında da dile getirdiği gibi Cumhuriyet'in
kurucu kadrosu Türkiye'nin konumunun bilincinde olarak "Ortadoğu'ya
sırt çevirmek" bir yana ona yönelik siyaset geliştirmeye öncelik
vermişlerdir. Bunun neticesinde Türkiye, I. Dünya Savaşı sonrası
"Ortadoğu"sunun şekillenmesine önemli katkılar yapmıştır.
Türkiye'nin "Ortadoğu"ya yönelik siyaseti varsayılanın tersine
1923-26 Musul ve sonraki İskenderun Sancağı sorunları ve 1931 ilâ
1937 arasında temel dış siyaset hedeflerinden birisi haline gelen
Sadabâd Paktı'nın hayata geçirilmesi ile sınırlı kalmamış, değişik
ülkelerdeki gelişmelere de taraf olunmuştur.
Örneğin, Ankara ciddî bir olasılık ve güvenlik tehdidi olarak
gördüğü "El-Cezire'de Arap olmayan unsurların devlet oluşturması ya
da muhtariyet kazanması"na karşı diplomasi ile yetinmeyen tedbirler
almış ve değişik yerel unsurları desteklemiştir.
Türkiye aynı dönemde Irak Kralı I. Faysal'ın ülkesi ile Suriye'yi
birleştirme hamlesine, eski Mısır Hidivi Abbas Hilmi'yi Şam'da
dümene geçirme girişiminde bulunarak cevap vermiş, ancak tehlike
ortadan kalktığında adayını ortada bırakmıştır. Ankara benzer
şekilde Ürdün Emiri Abdullah'ı kardeşi Faysal ile Suriye'deki
"Millî Blok (el- Kutla el-Vataniye)"ye karşı bir denge unsuru
olarak kullanmış ve onun krallık girişimine İngilizleri kızdırma
pahasına destek vermiştir.
Bein'in çalışması Türkiye'nin Erken Cumhuriyet döneminde
Ortadoğu'ya yönelik çok yönlü dış siyaset geliştirmesinin yanı sıra
bölgede etkili kamu diplomasisi yürüttüğünü de ortaya
koymaktadır.
Kemalist modeli ihraç ve Türkiye yanlısı siyasal grupları
desteklemeyi hedefleyen girişimler neticesinde sadece Kahire başta
olmak üzere Arap kültürel merkezlerinde pek çok yayın organı ve
haber ajansına maddî destek sağlanmamış, Ortadoğu ülkeleri ile
akademik değişim programları, ortak konferansların yanı sıra
karşılıklı izci grupları, kadın örgütleri, gazeteci cemiyetleri
ziyaretleri düzenlenmiş, Toros Ekspresi Türkiye ile güneyindeki
ülkeleri birleştiren bir işlev görmüştür.
Dönemin dış siyaset belgeleri ve basını incelendiğinde Türkiye'nin
"Batı'nın parçası olma" söylemine karşılık, bir bölge ülkesi olarak
Ortadoğu'daki gelişmelerle yakından ilgilenmenin ötesinde onlara
yön vermeye gayret ettiği kolaylıkla görülebilmektedir.
Neden değişmiyor?
Bein'in de işaret ettiği gibi "Ortadoğu'ya sırtını dönen Kemalist
Türkiye" tezinin bu gerçekliğe karşın revaç bulmasını, onun
"ideolojik" tonları güçlü ve "duygulara hitap eden" bir yaklaşım
olması ile açıklayabilmek