M. Şükrü Hanioğlu Sabah Gazetesi

Kendimiz olduk “Öteki”ni dönüştürmekten vazgeçtik; ortak alanı genişletebildik mi?

Cumhuriyet sonrasında "kaynaşmış bir kitle" olmadığımızın açıkça ifade edilebilmesi için uzunca bir sürenin geçmesi gerekmiştir. Ancak "kendimiz olduğumuzu" yüksek sesle söyleyebilmemiz...

12 Ağustos 2018 | 150 okunma

Cumhuriyet sonrasında "kaynaşmış bir kitle" olmadığımızın açıkça ifade edilebilmesi için uzunca bir sürenin geçmesi gerekmiştir. Ancak "kendimiz olduğumuzu" yüksek sesle söyleyebilmemiz, özgünlük ve farklılığımızı "sağ," "sol" benzeri maskeler arkasına saklanmadan dile getirebilmemiz, "eşit vatandaşların çoğulcu toplumu"na ulaşma alanında "gümüş kurşun" işlevi görmemiştir. "Öteki"ni dönüştürme hedefinin terk edilmesi de aynı hedefe varış konusunda arzulanan etkiyi yaratmamıştır.
Bu alanda oluşan beklenti uzun süreli yukarıdan aşağıya "tek tipleştirme" siyasetlerinden kaynaklanmış ve "kendimiz olduğumuzu" serbestçe ifade etme ile "Ötekileştirme"nin terkinin liberal demokrasi eşiğini atlamayı sağlayacağı düşünülmüştür.
Buna karşılık kimlikler etrafında kutuplaşan, dönüştürülmesinden vazgeçilen "Öteki"nin giremediği, yüksek duvarlarla çevrili "alanlar"a ayrılmış bir toplumun "çoğulculuk"a ulaşması mümkün olamamaktadır. Bu nedenle Türkiye farklı kimliklerin buluştuğu, tartıştığı ve uzlaştığı "ortak alan"ı genişletmek zorundadır.

Kimlikleri ifade yeterli mi?
Kimliklerin özgürleştirilmesi yoluyla "çoğulculuk"a ulaşılması beklentisi gerçekçi değildir. Örneğin, ifade olunmasında sorun yaşanmayan kimlikler etrafında örgütlenen ve yönetilen Lübnan çoğulcu bir demokrasi olmanın oldukça uzağındadır.
Toplumun benzer şekilde örgütlendiği, "kimlik"in tabi olunan hukuktan sahip olunabilecek mesleklere, kullanılabilecek renklerden ödenecek verginin oranına ulaşan alanda belirleyici olduğu Osmanlı düzeni de "çoğulcu" nitelik taşımamıştır. Bu konuda genellikle düşülen hata "hiyerarşik çok kültürlülük" ile "eşitlik ve ortak ahlâk" temeli üzerine yükselen "modern kozmopolitlik"in benzer ya da bunlardan birincisinin ikincinin geçmişteki biçimi olduğunun varsayılmasıdır.
Dolayısıyla Slavoj Zizek'in değişik forumlarda savunduğunun tersine "kimliklere alan açma" ve "çok kültürlülüğe müsaade etme" kendiliğinden "çoğulcu" ve "demokratik" topluma geçişi sağlamamaktadır. Kimlikler arası "hiyerarşi" ve "ayrı alanlarda yaşam" "çok kültürlülük"ün çoğulculuğa katkısını sınırlamaktadır.
Bunun yanı sıra Lübnan ve Osmanlı örneklerinin gösterdiği gibi "kimlikler"e aidiyetin toplumsal örgütlenme üzerindeki belirleyiciliğinin güçlenmesi "çoğulcu" liberal demokrasiye dönüşüm için gerekli olan "ortak alan"ın yaratılmasını da zorlaştırabilmektedir.

Dönüştürmemek yeterli mi?
Hiyerarşik çok kültürlülük içinde dar bir "ortak alan"a sahip olan Osmanlı toplumu modernlik sonrasında kapsamlı bir dönüşüm programını hayata geçirmeye çalışmıştır. Toplumun tüm fertlerini "Osmanlılar"a dönüştürmeyi hedefleyen bu mega proje, mevcut tüm alanları ortadan kaldırmak yoluyla kapsayıcı bir "ortak alan" yaratmanın hedefe ulaşmanın en kestirme yolu olduğunu varsaymıştır.
Bir taraftan yenilikçi, yapıcı ve katılmak isteyenlere "açık" olan bu dönüşüm projesi diğer taraftan herkesi, gereğinde zor kullanarak, "ortak alan"a sokmayı hedeflemesi nedeniyle "yıkıcı," "yasakçı" ve "çatışmacı" karakter taşımıştır.
Toplumun üyelerini, yukarıdan aşağıya inşa edilen bir "ethnos" ile Fransız Üçüncü Cumhuriyeti ikizi bir "cumhuriyet"in tekil bir "medeniyet"i içselleştirmiş "vatandaş"larına dönüştürmeyi hedefleyen Erken Cumhuriyet projesi de benzer niteliklere sahip olmuştur. Bu proje de katılmayı arzulayanlara "açık" ve "kapsayıcı," buna karşılık, farklılıkları korumak isteyenlere karşı "cezalandırıcı" ve "yasakçı" olmuştur.
Çok partili yaşama geçiş de büyük dönüşüm projelerini sonlandırmamıştır. "Ötekiler"in dönüştürülmesi, "medenîleştirilmesi/ doğru yola getirilmesi" yeni mega siyasal projelerin de temel hedefini oluşturmuştur. Ancak yaşanan görece demokratikleşme kâğıt üzerinde hayata geçirilmeleri kolay görülen bu tasavvurların gerçeklikle uyumsuzluğunun anlaşılmasına yardımcı olmuştur.
İvmesi artan kutuplaşma, neden olduğu kapsamlı olumsuzluklara karşılık, toplumun "dönüştürülmesi" imkânsız genişlikte katmanlardan oluştuğunun fark edilmesini de sağlamıştır. Gelinen noktada mega projeler en azından söylem düzeyinde "dönüştürme" hedefinden vazgeçmiş ve "Öteki"nin varlık ve yaşam hakkını kabullenmek zorunda kalmışlardır.
Bu, yaklaşık iki asırdır değişik toplumsal mühendislik projeleri çerçevesinde dönüştürülmeye çalışılmış bir toplum için önemli bir gelişmedir. Buna karşılık "Öteki"nin var olduğu, onun "dönüştürülmesi" girişiminin "toplumsal çatışma" anlamına geldiğinin kabulünün Türkiye'yi liberal bir demokrasi ve çoğulcu bir yapıya dönüştüreceğinin düşünülmesi gerçekçi değildir.
Birbirlerini "Ötekileştiren" kutupların "dönüştürme"yi bir kenara bırakmalarına karşılık özgün, diğerlerine "kapalı" alanlarına çekilerek "ortak alan"ı terk ettikleri bir toplumun çoğulculuk temelli demokrasi hedefine ulaşabilmesi imkânsızdır.

Ortak alanın genişletilmesi
Türkiye "kendimiz olabilme" ve "Ötekini dönüştürme hedefini terk etme" alanlarında olması gerekene yakın bir noktaya gelebilmiştir. Buna karşılık bu olumlu gelişmenin bir "bitiş" değil başlangıç noktasına ulaşımı sağladığı gözden uzak tutulmamalıdır.
Bu noktada kimliklerin baskı altına alınması ve "Öteki"nin dönüştürülmeye çalışılması nedeniyle daralan "ortak alan"ın genişletilmesi hedefine ulaşım için yeni girişimler yapılması gereklidir. Bu ise hamasî "kardeşlik," "birlik ve beraberlik" söylemlerinin ötesinde açılımları zorunlu kılmaktadır.
Söz konusu alanın genişletilebilmesi kimlikler özgürleşirken siyasetin onlar etrafında şekillenmesini ve aidiyetler arasında hiyerarşi oluşmasını engelleyecek, onlara "kör," "vatandaşlık temelli" ve "hukuk devleti" güvencesi sunan bir "demos" tasavvurunun benimsenmesi ile mümkün olabilir.
Böylesi bir yapıya "zorlama," "yasaklama" ya da "dönüştürülerek" değil rızalarıyla ve "kendileri olarak" katılacak "vatandaşlar" farklılıklarına karşılık genişletilmiş bir "ortak alan"da buluşabileceklerdir.
Diğer alanları ortadan kaldırarak değil onlara saygı göstererek ve onlarla değişik noktalarda kesişerek genişletilecek bu "ortak alan" çoğulcu demokrasi eşiğini aşmamıza da önemli katkı sağlayacaktır. Söz konusu genişlemenin "Anadolu kültürü," "kardeşlik" "aynı toprağın çocukları olma" benzeri, anlamsız olmayan ancak çoğulcu demokrasinin gerekli kıldığı "ortak alan"ın yaratılmasına sınırlı katkı verebilecek söylemlerle sağlanamadığı unutulmamalıdır.
Bu ise "ortak alan"ı genişletecek yeni "demos" tasavvurumuzun, kulağa hoş gelen ancak "amaç"a atıf yapan, dolayısıyla da araçsallaştırılması mümkün olmayan "birlik ve beraberlik" yerine "farklılıklara saygı" ve hamasî "kardeşlik" değil sınırları hukuk tarafından çizilen "vatandaşlık" temelinde inşa edilmesinin gerekliliğini ortaya koymaktadır.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Unuttuğumuz savaş 18 Kasım 2018 | 3.763 Okunma İstiklâl Marşı’nı okuyarak ırkçılık mı yapıyoruz? 11 Kasım 2018 | 5.669 Okunma Otoriter ritüel ve söylemleri eleştirmek “Türklük” karşıtlığı mıdır? 04 Kasım 2018 | 2.470 Okunma “Temsilî demokrasi” krizinde Türkiye 28 Ekim 2018 | 4.277 Okunma “Millî irade-vesayet” kısır döngüsünü kırmak 21 Ekim 2018 | 4.550 Okunma