TBMM Millî Saraylar Daire Başkanlığı tarafından düzenlenen
"Sultan Mehmed Reşad ve Dönemi Uluslararası Sempozyumu" yakın
tarihimizin önemi süresi ile ters orantılı bir döneminin ayrıntılı
biçimde ele alınmasına yol açtı.
Modern tarihimizin başlangıcı
Genellikle II. Meşrutiyet Dönemi olarak adlandırılan 1908-1918
döneminin büyük kısmını (27 Nisan 1909- 3 Temmuz 1918) kapsayan
Sultan Reşad devri bir anlamda güncel ile bağlarını zorlanmadan
kurabileceğimiz bir zaman dilimini kapsar. Bu dönem öncesini
anlayabilmek tarihçi olmayanlar için güç olsa da "İkinci
Meşrutiyet"i günümüz kavramlarıyla değerlendirebilmek
mümkündür.
Parlamenter rejim, partiler arası mücadele, seçimler, basın
tartışmaları ile II. Meşrutiyet sadece günümüzden bakılarak
anlaşılabilecek bir dönem değil, bir anlamda, modern siyasetimizin
kalıba sokulduğu zaman dilimidir.
Benzer şekilde II. Abdülhamid döneminde rüşeym halinde olan ve
kamusal tartışmaya dönüşmesine müsaade edilmeyen Garbcılık,
İslamcılık, Türkçülük benzeri düşünce akımları, değişik anâsırın
milliyetçi/ayrılıkçı cereyanları, feminist tonları güçlü kadın
hareketi ve sosyalist örgütlenmeler günümüzdeki toplumsal
hareketlerin başlangıç noktasını oluşturur.
Merhum Tarık Zafer Tunaya'nın bu nedenle "siyaset laboratuvarımız"
olarak nitelendirdiği bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti'nin düşünsel
alt yapısı da hazırlanmıştır. Diğer bir ifadeyle Osmanlı ile
Cumhuriyet arasındaki devamlılığı sağlayan halka II. Meşrutiyet
dönemidir.
Bu açıdan değerlendirildiğinde "II. Meşrutiyet"i "Osmanlı tarihinin
sonu" yerine "modern Türkiye'nin başlangıcı" olarak
dönemselleştirmek anlamlı olur. Bu, tarihimizi bir kopuş ve kırılma
yerine "devamlılık" paradigması çerçevesinde ele almamızı ve ondan
günümüzü anlamak amacıyla yararlanmamızı da mümkün kılar.
İdeoloji ve kadrolar
Devamlılık paradigması çerçevesinde değerlendirildiğinde İkinci
Meşrutiyet Dönemi, Cumhuriyet ile sürecek modern Türkiye tarihinin
başlangıcıdır. Sürekliliği örnekler üzerinden tartışacak olursak,
Erken Cumhuriyet siyasetlerini şekillendiren CHF/P bu dönemin
egemen, 1913 sonrasında da fiilî tek partisi haline gelen
örgütlenmesi Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti/Fırkası'nın
halefidir.
Bu örgütler sadece düşünsel arka plan çerçevesinde ve "ilerlemeci
otokratik tek parti" olma niteliği açısından benzeşmezler. Onlar
arasında kadrolar ve taban açısından da bir devamlılık söz
konusudur. Bu alanda Çankaya'da 1960'a kadar bir dönem İttihad ve
Terakki üyesi olmuş, örgüt için çalışmış cumhurbaşkanlarının
oturduğunun vurgulanması yeterlidir.
Benzer şekilde Erken Cumhuriyet resmî ideolojisi ve "reformları"nın
düşünsel alt yapısının bu dönemde hazırlandığının altı
çizilmelidir. Bu yorum yapılırken dönemin temel düşünce
hareketlerinden ikisinin Erken Cumhuriyet ideolojisi ve reformlar
adı verilen değişimlerin aslî şekillendiricisi olduğu
vurgulanmalıdır.
Bu etki, sadece Kılıçzade Hakkı Bey'in 1913'te İctihad mecmuasında
iki bölüm halinde yayınlanan "Pek Uyanık Bir Uyku" başlıklı yazı
dizisinde madde madde işlenen ve "fesin kâmilen def'edilmesi,"
"tekâya ve zevâyanın kâmilen ilga olunması," "hal-i hâzır
medreseler ilga edilerek yerlerine Collège de France ve École
Polytechnic benzeri kurumlar oluşturulması" benzeri değişikliklerin
ya da Hürriyet-i Fikriye dergisinin ileri sürdüğü şekilde Arap
harfleri "Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm tarafından getirilmediği"
için yerine Latin alfabesinin kabûlünde sakınca olmadığı benzeri
taleplerin hayata geçirilmesinden ibaret olmayan neticeler
doğurmuştur.
İkinci Meşrutiyet Garbcılığı'nın Erken Cumhuriyet üzerindeki etkisi
bu tür uygulamaların ötesine geçmiş ve onun ideolojisi ile dünya
görüşünün temel direklerinden birisini oluşturmuştur.
Benzer bir yorumla "İkinci Meşrutiyet Türkçülüğü"nün de Erken
Cumhuriyet resmî ideolojisinin diğer aslî dayanağını oluşturduğunu
söyleme konusunda ise ihtiyatlı davranılması gerekir.
Şüphesiz Erken Cumhuriyet koşullarında yükselişe geçecek olan Türk
milliyetçiliği, yıldızı II. Meşrutiyet Dönemi'nde parlayan Ziya
Gökalp'ın Durkheim kaynaklı yorumlarından ve İslâm Mecmuası'nın
temsil ettiği türde, din ile Türkçülüğün, birincinin ikincinin
hizmetine koşulduğu bağdaştırmasından derinlemesine
etkilenmiştir.
Buna karşılık ilerleyen yıllarda "sosyolojik" değil "antropolojik"
millet tanımını benimseyen, Türk Tarih Tezi'nde mündemiç "Türklerin
İslâmiyet öncesinde daha yüksek bir kültüre sahip bulundukları"
hattâ dünya medeniyetinin kurucusu olduklarını savunan anlayış,
İkinci Meşrutiyet döneminden ziyade Jön Türk hareketi içinde Türk
dergisinin temsil ettiği Türkçülük anlayışına geri dönüşü temsil
eder. Benzer şekilde İkinci