Popülizmin Avrupa "sağ"ında kazandığı zemin, UK Independence
Party'nin sınırlı toplumsal tabanına karşılık Brexit referandumunda
oynadığı kilit rol, Donald Trump'ın başkan seçilmesi, Venezuela'da
Hugo Chavez ile başlayan sürecin Nicolás Maduro ile sürmesi, Evo
Morales'in Bolivya'da uyguladığı siyasetler, global bir gelişmenin
yaşanmakta olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu da "popülizm"in "sağ-sol" "şehir-kırsal bölge sözcüsü" benzeri
sınıflamaların ötesinde yükselmesidir. Popülist partiler oy
oranlarını çarpıcı biçimde artırmakta ve merkezdeki siyasal
yapıları kendi tezlerine yaklaştırmaktadır.
Yükselen popülist yapılanmaların bir bölümü, örneğin, Avusturya
Özgürlük Partisi geçmiş popülist mirası (Almanya ile birleşme
yanlısı Nazi) sahiplenmiş, bâzıları, meselâ, İsveç Halk Partisi ise
mülteciler ve İslâm karşıtlığı gibi "yeni" gelişmeler etrafında
şekillenmiştir.
Benzer şekilde popülizm Bolivya'da kırsal bölgelerin şehirlere
başkaldırısı biçimini alırken, İtalya'da Lega Nord benzeri partiler
gelişmiş şehirleri barındıran bölgelerin ayrılıkçı söylemini
sahiplenmekte, ABD'de "Tea Party"nin temsil ettiği "sağ" popülizm
kadar "Occupy" hareketi karakterinde "sol" popülizm de revaç
bulabilmektedir.
Diğer bir ifade ile "popülist söylem," neo-Naziler ve İslâmofobik
sağ gruplardan anti-emperyalist solculara, modern olmayanlardan
ayrılmak isteyen üst sınıf şehirlilerden modernlik karşıtı yoksul
köylülere, lider peşinde koşan kalabalıklardan hiyerarşisiz
yapılanmalara, on dokuzuncu yüzyıl Rus Narodnikleri gibi "yukarıdan
aşağıya" ya da tam tersine "tabandan elite" örgütlenen topluluklara
ulaşan bir yelpazede kullanılmakta, iktidar seçeneği ve bizzat
"iktidar" olabilmektedir.