1982 Anayasası'nın kabulü sonrasında fiilen uygulanmaya başlanan "yarı başkanlık" sistemi Türkiye'de tatminkâr neticeler vermemiştir.
Bunun bizatihi yarı başkanlık sisteminden kaynaklandığını savunmak anlamlı değildir.
Siyaset bilimciler, Maurice Duverger'den Robert Elgie'ye uzanan bir süreçte, yâni yarım asrı aşan bir süredir, yarı başkanlığın, başkanlık ve parlamenter sistemlerin doğurduğu sakıncaların bir bölümünü engelleyebilecek özellikler taşıdığını vurgulamış, Giovanni Sartori "sorunlu demokrasilerin yarı başkanlık sistemine geçerek ciddî kazanımlar elde edebileceği"nin altını çizmiştir.
Dolayısıyla yarı başkanlık sisteminin Türkiye'deki başarısızlığının nedenini "sistemin içerdiği sorunlar" yerine onun "fiilî" niteliğinde aramak yerinde olur. Söz konusu karakter nedeniyle yürütmenin işleyişinde oluşan geniş "gri alanlar"ın kontrolü "güç kullanımı" ile belirlenmiş, bu ise siyasetimizin yabancı olmadığı "sistemin siyaset üzerindeki belirleyiciliği"nin fazlasıyla sınırlı kaldığı bir uygulamayı şekillendirmiştir.
Türkiye, söz konusu fiilî rejimin yerine geçirilebilecek üç seçenek (parlamenter, fiilî olmayan yarı başkanlık ve başkanlık) arasından tercihini "başkanlık sistemi" lehine yapmıştır.
Dolayısıyla 16 Nisan 2017 Referandumu sonrasında siyasetimizin önündeki temel sorun bu tercihin içinin doldurulmasıdır. Buna karşılık yeni sisteme geçilmesine uzun sayılmayacak bir süre kalmasına karşılık, içinin doldurulması alanında onun "Cumhurbaşkanlığı sistemi" olarak