Yoğun bir “siyasal sistem” tartışması yaşarken, bundan bağımsız olarak gerçekleşen “siyasetin başkanlaşması” olgusu üzerine de düşünmek anlamlıdır
Gündemimizin yeniden ve bu kez netice verecek izlenimi veren
"sistem" tartışmasına odaklandığı bir dönemde "başkanlık" ve
"parlamenter" uygulamaların fayda ve sakıncaları üzerine değişik
görüşler dile getirilmektedir.
Siyasal sistem konusunda toplumun geleceği için hayatî önem taşıyan
bir seçim yapılırken, konunun tüm ayrıntılar göz önüne alınarak
değerlendirilmesi, kapsamlı faydamaliyet analizlerinin yapılması ve
özgün koşullara uygunluğun irdelenmesinin gerekliliği
ortadadır.
Ancak bu tartışmalar yapılırken küresel ölçekte yaşanan bir diğer
önemli gelişme hak ettiği ilgiden mahrum kalmaktadır. Bu da
demokratik toplumlarda "siyasetinbaşkanlaşması
(presidentialization of politics)" olgusudur.
Birinci Dünya Savaşı sonrası dünyasında değişen koşulların
doğurduğu ve Max Weber'in "plebisitçi liderlik demokrasisi
(plebiszitaeren führerdemokratie)" olarak adlandırdığı yapılanma,
İkinci Dünya Savaşı'nın neden olduğu uzun bir parantez sonrasında,
post-modern toplumda yeniden şekillenmektedir.
Bunun neticesinde "sistemden bağımsız" olarak liderlerin
sivrildiği, siyasetin"başkanlaştığı," sanayi toplumunun kitle
siyasetinin (mass politics) yerini ise tekrar karizmaya dayalı
yönetim biçiminin aldığı yeni bir "demokrasi"
şekli ortaya çıkmaktadır.
Bu gerçekleşirken "demokrasi"nin normatif hususiyetleri korunmakta
ancak ciddî biçimde törpülenmektedir. Örneğin, "seçim" muhafaza
edilmekte ancak karizma müsabakasına dönüşmekte, barışçı yolla
"iktidar değişimi" mümkün olmakta ama bu, güçlü liderin "büyük
hatalar" yapması, başarısızlıklara imza atması durumunda
gerçekleşebilmekte, siyasal sorumluluk işlemekte fakat onun geçerli
olmadığı geniş bir özerklik alanı yaratılmaktadı