M. Şükrü Hanioğlu Sabah Gazetesi

“Sosyal medya”nın demokratikleştirici etkisi: Gerçekleşmeyen hayal

Michel Foucault, 1983'te University of California (Berkeley)'de verdiği konferans serisinde "demokrasi" ile "özgür konuşma ve gerçeği dile getirme" arasındaki ilişkiyi antik Yunan örneğinden yola çıkarak değerlendirmişti....

30 Eylül 2018 | 2.582 okunma

Michel Foucault, 1983'te University of California (Berkeley)'de verdiği konferans serisinde "demokrasi" ile "özgür konuşma ve gerçeği dile getirme" arasındaki ilişkiyi antik Yunan örneğinden yola çıkarak değerlendirmişti. Ünlü düşünür bu çerçevede Atina demokrasisinin temel taşları arasında bulunan bir kavramın çağdaş demokrasilerin işleyişinde önemli rol oynayabileceğinin altını çizmişti.
Foucault'ya göre "özgürce konuşma cesareti" ya da "gerçek ve doğru olduğu düşünüleni korkmadan dile getirme" olarak tanımlanabilecek "parrhesia," demokrasinin işlerlik kazanmasında "demokratik anayasa" ve "vatandaşlar arası eşit söz ve katılım hakları" kadar önemli rol oynuyordu.
Bir "hak" değil ama "asimetrik bir ilişkide" sözleşmeye dayalı "yetkilendirme/ izin verme" olan "gerçek olduğu düşünüleni söyleme," "samimiyet," "risk alma," "eleştiri" ve "vatandaşlık vazifesini ifa" unsurlarını içeren bir faaliyetti. Foucault, "doğru olduğu düşünülenin risk alınarak dile getirilmesi"nin "muhalefeti hoş gören bir demokrasi" yaratmaktan ziyade "dönüştürücü" etki gerçekleştirdiğini, bunun yapılabildiği demokrasilerde "siyaset"in söylem ve "rol sahneleme" ötesine geçebildiğini savunuyordu.
Hiçbir vatandaşın görüşlerinden hoşlanılmadığı ya da sözleri incitici bulunduğu için görüşlerini dile getirmesine karşı çıkılmaması ve Ksenofon'un "Apomnemoneumata"sında da zikredildiği gibi Eflatun'un ağabeyi Glaucon'un yaptığı anlamsızlık düzeyi yüksek konuşmaların dahi engellenmemesi çoğulculuk, katılım ve eşitlik temelli bir demokrasinin hayata geçirilmesinde birincil rol oynuyordu.
"Parrhesia," demokrasinin rejim olarak câzibesini kaybettiği ilerleyen çağlarda farklı bir anlam kazanmış ve yakın danışmanlarının mutlak hükümdarlara "korkmadan, gereğinde risk alarak" tavsiyede bulunmalarına atıfta bulunmaya başlamıştır.

Küresel "agora"
"Parrhesia" ya da onun yokluğu, Foucault'nun analizleri sonrasında demokrasi kuramının önemli tartışmalarından birini oluşturmuştur. Bu çerçevede ele alınan konulardan biri de Internet ve "sosyal medya"nın "parrhesia"nın antik Atina örneğindekine benzer şekilde hayata geçirilmesini sağlama konusunda yaratabileceği "devrim" olmuştur.
Sosyal medyanın "Arap Baharı" ve "Occupy" benzeri hareketlerde oynadığı rol ile WikiLeaks web sitesinin gizli yazışmaları gün ışığına çıkartması, modern demokrasilerin antik şehir örnekleriyle kıyaslanamayacak büyüklükteki vatandaş havuzunun bu araç sayesinde erişimi kolay "açık tartışma alanı (agora)"ya kavuşabileceği ümidini yeşertmiştir.
Sosyal medyanın oluşturacağı post-modern "korkusuzca doğru söyleme kültürü" aracılığıyla "sanal toplumsal sermaye" yaratacağı ve şekillenecek yeni "sivil toplum"un antik sitenin "agora"sına benzeyen; ama fizikî mekân ve sınırları olmayan, istenildiği anda girilebilen "sanal kamusal alan"da her türlü fikir, eleştiri ve tasavvuru tartışarak "katılımcı" ve "çoğunluklu" topluma geçişi sağlayacağı tezi kâğıt üzerinde şüphesiz anlamlıydı.
Bu açıdan bakıldığında, Pramod Nayar, François Allard-Huver benzeri akademisyenlerin literatüre kazandırdıkları "dijital parrhesia," elektronik "agora"sında "doğru olduğu düşünülenin" çekinmeden ve yaptırım korkusu olmadan söylenebildiği yeni katılımcı demokrasinin temel unsurlarından birisi olacak, marjinalleştirilen, sansürlenen kesimlerin "ses"i işlevini de görecekti.

Demokratikleşme yerine popülizm
Sosyal medyanın sınır tanımayan bir "elektronik agora" yarattığı kuşkusuzdur. Buna karşılık farklı görüşlerin korkusuzca dile getirilebildiği bu "yeni alan"ın demokratikleşmeye kapsamlı katkıda bulunacağı varsayımı doğrulanmamıştır. Sosyal medyanın şekillendirdiği "elektronik agora" modern demokrasilerin temel sorunlarından biri olan "katılım"ı kolaylaştırmış ve artırmış buna karşılık antik demokrasilerdekine benzer bir "alan" yaratmakta başarısız olmuştur.
Sahte kimlikle katılım, troll örgütlenmelerinin yaygınlaşması ve statü yükseltme amaçlı kullanım sosyal medyayı "doğru olduğunu düşündüğünü dile getiren samimi vatandaşlar platformu"ndan "rol sahnelemenin ön plana çıktığı sanal linç ve saldırı alanı" ve gerçeklik ötesi (post-truth) çağının "alternatif gerçeklerini yayma aracı"na dönüştürmüştür.
Sosyal medya buna ek olarak filtre balonları (filter bubbles) ve yankı odaları (echo chambers) aracılığı ile toplumsal "kutuplaşma" ile "farklı görüşleri dinlememe" eğilimini artırmakta, "empati" duygusunu zayıflatmakta, tartışma uslûbunun seviyesini fazlasıyla aşağıya çekmekte ve "nefret söylemleri"ne zemin kazandırabilmektedir.
Siyasal alanda ise sosyal medya, troll örgütlenmeleri aracılığıyla kamuoyu kontrolü, rejim meşrulaştırılması ve seçim manipülasyonu benzeri olumsuzlukların yaşanmasına neden olmaktadır. Çarpıcı bir örnek vermek gerekirse, Çin Halk Cumhuriyeti'nde "sade vatandaş" olduğu iddiasıyla sanal âleme giren iki milyonu aşkın "görevli," yılda 448 milyon sosyal medya mesajı üreterek, hükûmet siyasetleri ve rejim uygulamalarına meşruiyet kazandırmaya çalışmaktadır.
Ancak, Paulo Gerbaudo benzeri araştırmacıların vurguladığı gibi sosyal medyanın post-modern siyasete yaptığı en önemli etki "popülizm"in yükselişine yardımcı olmasıdır.
Günümüz toplumunda "halkın gerçek sesi olma" iddiasını sahiplenen sosyal medya "seçkinlere saldırma," "gerçek değerler adına ülkeyi sahiplenme," "egemenliği eline alma," "doğrudan demokrasi" benzeri tezlerle "gayrımemnun kitleler"i harekete geçirmeye çalışan popülist hareket ve liderler tarafından araçsallaştırılmaktadır.
Corbyn, Farage, Le Pen, Trump benzeri sağ ve sol popülist liderler ile Brexit, Lega Nord, Podemos, Syriza gibi hareketler "memnuniyetsiz" kitleleri "taleplere cevap vermeyen, halka yukarıdan bakan yabancılaşmış elitlere" karşı "sosyal medya" aracılığıyla harekete geçirerek parti içi ve ulusal düzeyde şaşırtıcı başarılar sağlayabilmişlerdir. Bu lider ve hareketler geleneksel iletişim araç ve yöntemleri ile kazanmaları mümkün olmayan başarıları, "duygusal," "çatışmacı," "saldırgan" ve "sığ" mesajları dramatize eden "sosyal medya aktivizm"i sayesinde elde etmişlerdir.
Gelinen noktada, "sosyal medya"nın "dijital parrhesia"yı "elektronik agora"da işlevselleştirerek modern demokrasinin katılım ve çoğulculuk alanlarında yaşadığı sorunları aşmasına yardım edeceği varsayımı doğrulanmamıştır. Sosyal medya devrimi, beklentilerin tersine, daha fazla kutuplaştırdığı demokrasilerde popülizmin yükselişine katkıda bulunmuştur.
Olumlu bir dönüşüm hattâ devrim yaratma potansiyeline sahip bir yeniliğin böylesi bir netice doğurmasının temel nedeni ise pek çok geçmiş örnekte görüldüğü gibi "kötüye kullanma"dır...

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Unuttuğumuz savaş 18 Kasım 2018 | 3.763 Okunma İstiklâl Marşı’nı okuyarak ırkçılık mı yapıyoruz? 11 Kasım 2018 | 5.669 Okunma Otoriter ritüel ve söylemleri eleştirmek “Türklük” karşıtlığı mıdır? 04 Kasım 2018 | 2.470 Okunma “Temsilî demokrasi” krizinde Türkiye 28 Ekim 2018 | 4.277 Okunma “Millî irade-vesayet” kısır döngüsünü kırmak 21 Ekim 2018 | 4.550 Okunma