Cağaloğlu'na yolu düşenlerin önünden geçtikleri ve genellikle de
ön cephesine nakşedilmiş "İctihad-Idjtihad" kelimelerinin büyük
harflerle yazılmış "Ev"e ne gibi bir sıfat kazandırdığını
düşünmedikleri bir taş bina vardır.
Çatalçeşme ile Ticarethane sokaklarının kesiştiği noktada, ilk
Osmanlı şeyhülislâmı olduğu düşünülen Şemseddin Muhammed bin Hamza
(Molla Fenâri) adına 1470'te yaptırılan Molla Fenarî Mescidi'nin
karşı sırasındaki "İctihad Evi," Osmanlı devletinin son yılları ile
Erken Cumhuriyet döneminin önemli entelektüel faaliyet
merkezlerinden birisi olmuştur.
"İctihad Evi"nden Çankaya'ya
"Garblılaşma" akımının bayrak gemisi işlevini gören "İctihad"
mecmuasının 1911-1932 arasında basıldığı bu bina bir anlamda yeni
devletin ideolojisinin ön taslaklarının şekillendirildiği mekândır.
Binanın sahibi ve derginin nâşiri Doktor Abdullah Cevdet Bey
günümüzde genellikle Ankara'da adının verildiği sokak ya da bir
çarpıtılma olan "Avrupa'dan damızlık adam celbi" söylemiyle gündeme
gelmektedir. Buna karşılık "İctihad"ın Erken Cumhuriyet ideolojisi
üzerindeki etkisi, kurucusunun Sıhhiye Müdir-i Umumîsi sıfatıyla
verdiği bir mülâkattaki ifadesinin çarpıtılmasına indirgenemeyecek
kadar önemlidir. Çankaya'da siyasete dönüştürülen Erken Cumhuriyet
ideolojisinin entelektüel bağlamı "İctihad Evi"nde
oluşturulmuştur.
Daha sonra Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti adını alacak
örgütlenmenin kurucularından olan Abdullah Cevdet, Jön Türk
hareketi içinde hızla siyasal eylemcilikten entelektüel faaliyete
kaymıştı. 1904'te "Âlem-i İslâm"ın "Avrupa'da müesses" ilk
matbaasında basarak Cenevre'de yayımlamaya başladığı "İctihad"
entelektüel tarihimizde önemli bir yere yerleşmiş, "Kütüphane-i
İctihad" ise başta Reinhart Dozy'nin "Tarih-i İslâmiyet" çalışması
olmak üzere önemli tartışmalar yaratan kitaplar neşretmiştir.
Yayımını Cenevre'den sonra Kahire'de sürdüren "İctihad" Haziran
1911'den itibaren İstanbul'da basılmıştır. Kapatılmalar nedeniyle
düzensiz aralıklar ve değişik isimlerle çıkan derginin entelektüel
alanda etkisinin zirveye çıktığı dönem, neşriyatını durdurmak
zorunda kaldığı Şubat 1915'e kadar geçen zaman dilimidir.
Yayımcısının "İctihad sahibi" unvânı ile "modern müçtehid"liğe
soyunduğu bu mecmua bir yandan şiddetli din eleştirilerini gündeme
getirirken öte yandan da "bilimcilik ve popüler materyalizm ile
İslâm'ı bağdaştırarak Müslümanları modernlikle uyumlu kılma"
benzeri devâsâ ancak başarı şansı fazlasıyla düşük bir proje
geliştirmiştir.
Bunun neticesinde ise "Garblılaşan," yaşam tarzı değişiminin
toplumsal dönüşüme yol açacağı ve "dinin sadece ahlâkî yönünden
istifade edilerek" bireysel düzeye indirgeneceği bir toplum projesi
geliştirilmiştir. Daha sonra TBMM'de Kocaeli ve Muş Meb'usu olarak
görev yapacak olan Kılıçzâde Hakkı (Hakkı Kılıçoğlu) tarafından
1913'te kaleme alınan iki bölümlü bir yazı ile somutlaştırılan bu
tasavvur, fesin yerine şapka giyilmesi, medreseler ile tekke ve
zaviyelerin kapatılması, kapsamlı din, eğitim ve hukuk reformları
yapılması neticesinde "Garblılaşarak" dini toplumsal alan dışına
çıkaran bir toplum ütopyası geliştirmişti. Dergi, bunun yanı sıra,
Latin harflerinin kabûlü, "zamanın sekülerleştirilmesi" benzeri
Cumhuriyet uygulamalarının da bayraktarlığını yapmıştı.
Bu açıdan bakıldığında, girişinde "İctihad"ın basıldığı Orhaniye
Matbaası'nın yer aldığı, üst katlarında ise derginin yazı işleri
ile Abdullah Cevdet'in ikametgâhının bulunduğu "İctihad Evi," Erken
Cumhuriyet ideolojisinin altyapısının oluşturulduğu mekândır.
"Tarih"in korunması
"İctihad" dergisinin savunduğu entelektüel yaklaşımlar Erken
Cumhuriyet döneminde siyasete dönüştürülürken, ilginç bir gelişme
olarak derginin etkinliği azalmıştır. Cumhuriyet ideolojisi hayata
geçirildiğinde "Garbçılık"ın şekillendirici etkisi çoktan sona
ermiş, bir siyaset kadrosu onun tezlerini "anladığı biçimde"
siyasete dönüştürmüştür.
Abdullah Cevdet bu "siyasete dönüştürme" faaliyetinin, "İctihad"ın
geliştirdiği tasavvurdan farklılaşan, "kaba" bir ideoloji
doğurmasından fazlasıyla rahatsız olmuş, zannedilenin aksine II.
Meşrutiyet "Garpçılığı"nın "marjinal" tezlerinin Cumhuriyet
sonrasında "zafer"e ulaştıklarını düşünmemiş ve hayata 1932'de
"hayal kırıklığına uğramış" bir entelektüel olarak veda
etmiştir.