ABD başkanlık seçimi, kamuoyu yoklamaları tahminlerinin aksine,
genel oy oranında geride kalmasına karşılık Donald Trump'ın
zaferiyle neticelendi. Trump her ne kadar seçimleri Cumhuriyetçi
Parti adayı olarak kazanmışsa da başarıdaki aslan payının kendisine
ait olduğu vurgulanmalıdır.
Gönülsüz destek
Cumhuriyetçi Parti egemen güçleri Trump'ın aday
gösterilmemesi için her yola başvurmuş, diğer
seçeneklerin başarısız olması üzerine onu
"kerhen" kabullenmek zorunda kalmıştır.
Seçim kampanyasında tüm kadrolarını Hillary Clinton'ın
hizmetine sunarak cansiperâne çalışan Demokratik Parti'nin
tersine Trump adayı olduğu teşkilâttan ciddî
destek alamamıştır.
Cumhuriyetçi Parti yöneticileri, senatörleri, eski başkan adayları
ve başkanları Trump'a açıktan cephe alarak ona "oy
vermeyecekleri"ni ilân etmişler, Amerikan "sağ"ının entelektüel
ağır topu National Review onun neden "muhafazakârlık"ın temsilcisi
olamayacağını açıklayan özel sayılar yayınlamış, parti teşkilâtı
seçim kampanyasında arka planda durmuştur.
Parti ile Trump arasındaki gergin ilişkide onun yaşamının önemli
bir bölümünde Demokratik Parti'ye kayıtlı olması ve bu örgüte maddî
destek vermesinin, diğer adaylar tarafından
"gerçek Cumhuriyetçi" olmamakla itham edilmesinin de payı
vardır.
Bir kurum olarak "yerleşik siyaset"in önemli bölümünü
karşısına alan Trump bunun yanı sıra ana akım gazete ve
dergiler ile televizyon kanalları tarafından da kıyasıya
eleştirilmiş, büyük sermaye tarafından da
desteklenmemiştir.
Konuşmalarında değişik gruplar için nefret söylemi sınırlarını
zorlayan ifadeler kullanan, "soyunma odası şakası"na indirgemeye
çalıştığı gizli kayıtlarda tekrarı güç sözler söylediği duyulan
Trump'ın da kendi ayağına kurşun sıktığı şüphesizdir.
Trump'ın "kurulu düzen"in şiddetli muhalefeti ve kişisel
söyleminden kaynaklanan sorunlarına karşın başkan seçilmesi onun
yelkenlerini farklı rüzgârlarla şişirdiğini ortaya koymaktadır.