Birinci Dünya Savaşı'nın sona erişinin yüzüncü yıldönümü
nedeniyle tüm dünyada kapsamlı etkinlikler düzenlendi. Bu harbin
önemli aktörlerinden birisinin önde gelen mirâsçısı durumundaki
Türkiye'deki alâka sınırlı olurken, Paris'te düzenlenen anma
törenine katılım da "Mondros'u mu kutluyoruz?" düzeyinde
eleştirilerle sorgulandı.
Konuya toplumumuzda gösterilen düşük seviyeli ilgi ve milyonlarca
hayata mâl olan bu olayı "iyiler-kötüler" ve
"muzafferler-mağluplar" benzeri eksenlerde yeniden inşa yerine
"ortak hafıza" üzerinden tarihselleştirme amacına hizmet eden
törenlere katılıma yöneltilen eleştiriler doğal neden olduğu
varsayılabilecek "tarihi önemsememe" davranışından
kaynaklanmamaktadır.
Toplumumuz, tam tersine, günceli, onun oluşumunu kaçınılmaz kılan
"teleolojik tarih"e başvurmadan, geçmiş ile günümüz olay ve
kahramanları arasında özdeşleştirmeler yapmadan
değerlendirememektedir.
Dolayısıyla I. Dünya Savaşı cesametindeki bir olayın sona erişinin
yüzüncü yıldönümünün medyada sınırlı yer bulması, Almanya ve
Bulgaristan'da gündeme gelmeyen "Mağlubiyetimizi mi kutlayacağız?"
eleştirisinin dillendirilmesinin "tarih"e yönelik genel bir
ilgisizlikten kaynaklandığı söylenemez.
Bu davranış biçimi, büyük çapta, I. Dünya Savaşı'nın "geçmişi
günümüze taşıyan teleolojik şablonlarımız"daki yerinden
kaynaklanmaktadır.
Savaşları bitirecek savaş
Charles Péguy 1913'te dünyanın son otuz yıllık zaman diliminde Hz.
İsa'dan o güne kadar yaşananlardan fazla bir değişime uğradığını
vurgulamıştı. Kendisi Birinci Marne muharebesinden bir gün önce
vurularak öldüğünde, Temmuz Krizi öncesi dünya nostaljik bir altın
çağa dönüşmüş durumdaydı.
Büyük Harp sonrasında 1914 öncesi dünyasına atıfta bulunmak için
üretilen deyimler de bu özlemi dile getirir. Büyük yıkım sonrasında
1871- 1914 arası Avrupa'da "Belle Époque (Güzel Çağ)" olarak
kavramsallaştırılmıştır.
Amerika'da ise İç Savaş ile yirminci yüzyıl başı arasını kapsayan
zaman dilimini tanımlamak için Mark Twain ve Charles Dudley
Warner'ın romanının başlığından uyarlanarak, "Gilded Age (Yaldızlı
/ Parlak Çağ)" ifadesi tercih olunmuştur.
Bunun nedeni barış, refah, teknolojik gelişmelerin damga vurduğu,
1873'te başlayan "Uzun Depresyon"un nihayete ermesi sonrasında
ekonomik gelişmenin de yeniden ivme kazandığı, bireylerin geleceğe
ümitle baktığı bir döneme duyulan özlemdir.
1914 Ağustosu'nda göz kamaştırıcı törenlerle, çiçek yağmurları
altında cepheye uğurlananların en geç Noel'de evlerine dönmüş
olacağının düşünülmesine karşılık 1918 Kasımı'na gelindiğinde,
savaş tüm dünyayı altüst etmiş, evvelce yaşanmamış ölçekteki yıkıma
neden olmuştu. Bunun yanı sıra mücadelenin "Savaşları Sona
Erdirecek Savaş" olacağı yolundaki tezler de doğrulanmamıştı.
Kosmosun oluşumundan insanlığın 1920'ye kadarki gelişimini
Darwinist yaklaşımla tahlil eden çalışması Erken Cumhuriyet tarih
öğretiminini şekillendirecek H. G. Wells'in geliştirdiği "tüm
savaşları sonlandıracak, kötülüğü ortadan kaldıracak savaş" tezi,
Bertrand Russell'ın da dile getirdiği gibi ancak "savaşı futbol
maçına benzeten cahil kişilerin" inanacağı bir kehânet idi. Buna
karşılık, I. Dünya Harbi'nin Fransa'da "La Der des Ders
(Sonuncuların Sonuncusu)" olarak adlandırılmasının da ortaya
koyduğu gibi bu konuda yaygın bir beklenti oluşmuştu.
Ancak "Büyük Savaş" tüm savaşları sona erdirmediği gibi Lloyd
George ve Georges Clemenceau önderliğinde mağluplara dayatılan
mücâzat temelli "barış" da "tüm barış"ı ortadan kaldırmıştır.
Neden "unutuyoruz?"
Eski bir asker ve Harb-i Umumî'nin önde gelen savaş muhabirlerinden
Charles Repington 1920'de yayımladığı kitabına "The First World War
(Birinci Dünya Savaşı)" adını vermeyi uygun görmüştü. Gerçekten de
"barışı sona erdiren barış"ın daha büyük bir "ikinci" yıkımın
altyapısını hazırladığını görememek imkânsız gibiydi.
İstiklâl Harbi bu karakuşî "barış" dayatmasına ilk ciddî itiraz ve
direnişi dile getirmiş; ama "Doğu"da gerçekleşen bir Türk-Yunan
çatışmasına indirgenmesi, ondan gerekli derslerin çıkarılmasına
engel olmuştur.
Coğrafyasındaki devletlerin önemli bölümü gibi Türkiye de I. Dünya
Savaşı'nın ürünüdür. Buna karşılık, sınırları savaş galipleri
tarafından çizilen ve "mandat" idaresi altına yerleştirilen
devletlerden "yeni düzen" ve dayatmalara itiraz neticesinde
kurulmuş olma niteliğiyle farklılaşır.
Dolayısıyla, Türkiye'de I. Dünya Savaşı'na gösterilen ilgisizlik
şaşırtıcı görülebilir.
Bunun en önemli nedeni ancak "ortak hafıza" geliştirerek
yapılabilecek "hatırlama," "acıyı anlama," "ders çıkarma" ve
"tarihselleştirme"nin toplumumuzda gerçekleştirilememesidir.
Bunun yanı sıra Avrupa ülkeleri ile Amerika'nın tersine iki savaş
arası dönemi "altın çağlaştıran" Türkiye'de yirminci yüzyıl
başlarının "Güzel" ya da "Yaldızlı" bir dönem olarak
kavramsallaştırılmaması da söz konusu "unutma"da rol
oynamaktadır.
Birinci Dünya Savaşı'nı "mağlubiyet" ve "ihanet" sorunsalları
çerçevesinde değerlendirmenin ötesine geçemeyen, topluma uzun süre
"Almanya mağlup olduğu için yenilmiş sayıldığımız" tezinin
benimsettirilmeye çalışıldığı Türkiye'de olaya "ortak hafıza"
çerçevesinde bakılamamakta, bunun yerine tüm dünyayı değiştiren bir
gelişmenin "kendi savaşımız"a dönüştürülmesine çalışılmaktadır.
Savaşın "bizi parçalamak" için çıkarılmış olduğu iddiasından
hareketle, çok uluslu imparatorluk harbini ulus-devlet mücadelesine
dönüştüren, "Harb-i Umumî"yi kurucu lider kahramanlığı üzerinden
değerlendirerek "Çanakkale" dışında kalan kısımlarını
önemsizleştiren yaklaşım "kendi merkezli" bir kurgu
yaratmaktadır.
Bunun neticesinde de I. Dünya Savaşı, bugünkü anlamıyla "biz"e
karşı hayata geçirilmiş, başarıya ulaşması İstiklâl Savaşı ile
engellenebilmiş bir "komplo," "mağlubiyet" ise "zafer"e
dönüştürülmektedir. İnşa edilen bu tarih "zafer"e odaklanmakta,
1914- 18 arasında yaşananlar ise bir arka plan vazifesi
görmektedir.
Bu yaklaşım Paris toplantısının ana fikri olan "ortak akıl"
oluşturularak "kimsenin dışında kalamadığı yıkım"ın anlaşılması,
yaşanan büyük trajediden "ders çıkarılması" ve tarihselleştirme
yapılmasını imkânsız hâle getirmektedir. Bu çerçevede
değerlendirildiğinde modern Türkiye'nin de dahil olduğu yeni
dünyayı doğuran "I. Dünya Savaşı"nın unutulması, daha doğru bir
ifade ile, ulus-devletin şekillenmesine katkıda bulunduğu
varsayılan teleolojik kilometre taşları dışında "hatırlanmamaya
çalışılması" şaşırtıcı değildir.
Her konuda "tarihselleştirememe" sorununu aşamayan Türkiye için "I.
Dünya Savaşı" bile bir istisnâ oluşturmamaktadır...