Türkiye sistem değişikliği sonrasında kapsamlı bir yeniden
yapılanma sürecine girmiştir.
Bu gerçekleştirilirken, tabela değişiklikleri ile mülga
"Başbakanlık" yerine diğer kurumların adının geçirilmesi yerine
kuruluş kanunlarının yeniden düzenlenmesi tercih edilmiştir.
Sistem değişiminin sunduğu fırsatın değerlendirilmesi ile
bürokrasinin daha verimli ve hızlı çalışmasını sağlayacak
düzenlemelerin yapılması anlamlıdır. Buna karşılık, yeniden
yapılanmanın gelenek oluşturmuş, önemli başarılara imza atmış,
"marka" kurumlara zarar vermemesi için gerekli hassasiyetin
gösterilmesi de gereklidir.
Türkiye, "tarihçi"ye yönelik beklentilerin cevaplandırılmasını
mümkün kılacak alt yapının uzun süre oluşturulamadığı bir
ülkedir.
Bilhassa yakın tarih alanında vesikalara ulaşamamanın ya da
"mükemmel tarih söylemimize halel getirilmesini önleme" hedefli
yasaklarla boğuşmanın sıkıntısı çekilmiştir.
Örneğin, merhum Tarık Zafer Tunaya'nın 1952'de yayımladığı
Türkiye'de Siyasî Partiler temel eseri, 1908 sonrasına ait evrakın
kapalı, Yıldız Arşivi'nin önemli bölümü ile nezaret vesikalarının
da tasnifsiz olması nedeniyle, Emniyet Arşivi'ndeki bazı dosyalar
haricinde gazete ve dergi koleksiyonlarına dayanarak
hazırlanmıştır.
Osmanlı bürokrasisinin son dönemlerinde dosya usulü çalışması
nedeniyle 1908 sonrasına ait belgelerin kapalı olması, uygulamada
(her dosyaya ileri tarihlerde yeni evrak eklendiğinden) on
dokuzuncu yüzyılın ikici yarısını da kapsayan bir yasaklamayı
hayata geçirmiştir.
Tanzimat sonrası arşivlerin büyük çapta tasnifsiz bulunması ise
tarihçileri dar merkezî bürokrasinin az sayıda belge ürettiği,
kayıtların önemli kısmının defterlere uzun sayılabilecek zaman
dilimlerini kapsayacak biçimde geçirildiği erken döneme
yöneltmiştir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nin yasaklama ve
tasnifsizlik nedeniyle sınırlı kullanımı, Dışişleri Bakanlığı
Hazine-i Evrak ve Çankaya Arşivleri'nin fiilen ulaşılamaz olması,
Türk Tarih Kurumu'nun koleksiyonunu üyeleri dışındakilere açmaması,
yakın tarih araştırmalarının nicelik ve niteliği üzerinde
fazlasıyla olumsuz bir etki yaratmıştır. Bu durum Osmanlı son dönem
tarihinin ağırlıklı olarak İngiliz, Fransız, Alman ve Avusturya
arşivlerine dayanılarak yazılması benzeri bir tuhaflığı ortaya
çıkartmıştır.
Yasakçılık ve ilgisizliğin yarattığı bu durum Osmanlı tarihinin,
gelişmelere eleştirel gözle bakan yabancı elçi, konsolos ve diğer
temsilcilerin gözünden yeniden inşa edilmesine neden olmuş;
"mükemmel geçmişimizi koruma" amacıyla getirilen yasaklama "tarihi,
karşıtların gözünden yazma" neticesini doğurmuştur.
Sessiz kahramanlar 1985'te düzenlenen ve bu satırların yazarının da
tebliğ sunarak katıldığı Osmanlı Arşivleri Sempozyumu,
arşivciliğimiz ve tarihçiliğimiz açısından dönüm noktasını
oluşturmuştur. Dönemin başbakanı merhum Turgut Özal ve bilhassa da
başbakanlık müsteşarı merhum Hasan Celâl Güzel'in konuya gösterdiği
alâka, 600 arşiv uzmanı kadrosu açılması ile başlatılan devâsâ bir
tasnif projesinin hayata geçirilmesini sağlamıştır.
Türkiye kısa sürede "üç kıtaya yayılmış bir imparatorluk"un
arşivini bir "ulus-devlet"in imkânlarıyla tasnif etmek zorluğundaki
projeyi gerçekleştirmiş, "koruma amaçlı yasaklar"ı kaldırmış ve
dünya kültür mirasına önemli bir katkıda bulunmuştur. Takribî 95
milyon vesika ve 375 bin defter ile Güneydoğu Avrupa, Balkanlar,
Ortadoğu ve Kafkasya tarihinin yeniden yazımını sağlayacak arşivin
% 80'i aşan bölümü tasnif edilmiş, yeni kataloglar yapılmış, belge
özetleri üzerinden kelime araştırmasını sağlayacak teknoloji
geliştirilmiş, 38 milyon doküman dijital ortama nakledilmiş,
nezaretler ve diğer kurumlarda kalan evrak ile satın alınan özel
koleksiyonlar araştırmacıların hizmetine sunulmuştur.
Kırk seneyi aşkın süre önce çalışmaya başladığım Osmanlı Arşivi ile
günümüzdeki kurum arasındaki fark inanılmaz boyuttadır. 1970'li
yıllarda imrenerek çalıştığımız yabancı arşivlerden çok daha
düzenli ve araştırmacıya hizmet önceliklisi günümüzde İstanbul'da
bulunmaktadır. Bu, Türkiye'nin iftihar etmesi gereken bir
başarıdır.
Dünya kültür mirasına bu ölçekte bir katkıyı gerçekleştiren,
tarihimizin belgelere dayanarak yazılmasını mümkün kılan bu
başarının sessiz kahramanları, ciddî uzmanlık gerektiren,
meşakkatli bir işi özveri, meslek aşkı ve memuriyet terbiyesi ile
yapan arşiv uzmanlarıdır.
Osmanlı çalışmaları son otuz yıl içinde büyük bir ivme kazanmış,
küresel tarih yazımı ile eklemleşmiş ve kuramsal tartışmalarda
örnek olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Bunda kitaplarında hizmete sunulan belgeleri değerlendiren
akademisyenler kadar kısa sürede milyonlarca vesikayı kullanıma
hazırlayan arşiv görevlilerinin de payı bulunmaktadır.
Uzmanlık ve "Osmanlı" Dışarıdan bakıldığında kolay bir iş gibi
gözüken arşiv uzmanlığı, paleografi, dil, tarih, coğrafya gibi
değişik alanlarda derinlikli bilgiyi gerekli kılmaktadır.
Alfabe değişimi ve dilimizin Geoffrey Lewis'in ifadesiyle
"katastrofik bir başarı" neticesinde farklılaşması diğer ülkelerde
var olmayan uzmanlaşmayı da zorunlu kılmaktadır.
Ancak "arşiv uzmanlığı"nın eski alfabe ve dil ile kaleme alınmış
belgelerin okunmasına indirgenmesi doğru değildir. Osmanlı
maliyesinin kullandığı siyakat yazısı ile rakamlarını çözmek,
Budin'den Yemen'e ulaşan bir coğrafyada kullanılan mahallî kelime
ve yer isimlerini öğrenmek, metinlerde geçen elkâbdan vesikaları
kaleme alanlar ile muhataplarının kimliklerini çıkarabilmek, Bâb-ı
Âlî Evrak Odası'nın karmaşık muhaberat ve numaralama sistemini
kavrayabilmek yaz kursları ile gerçekleşememekte, ömürlerin vakfını
zorunlu kılmaktadır.
Bu nedenle Osmanlı arşivi yeniden düzenlenirken, Türkiye'nin dünya
kültür mirasına katkı konusunda önde gelen başarılarından birisini
gerçekleştirmesini mümkün kılanların korunma ve ödüllendirilmesi
gerekmektedir. Aksine hareketin, uzun sürede oluşmuş bir
"birikim"in ve "toplumsal sermaye"nin heba edilmesi anlamına
geleceği şüphesizdir.
Bunun yanı sıra, düzenleme gerçekleştirilirken "Osmanlı" isminin
kaldırılması da sahiplenilen mirasın niteliği konusunda tartışmalar
doğurabilecektir.
Milyonlarca vesikaya ev sahipliği yapan bu kurum sadece Türkiye'nin
değil Budapeşte'den Basra'ya, Kuzey Afrika'dan Kafkasya'ya ulaşan
bir coğrafyanın arşivi olup, tek bir "devlet"in değil, "çok uluslu
bir yapı"nın yazılı hafızasıdır. Bu nedenle adındaki "Osmanlı"
kelimesinin korunması, mülga "Başbakanlık" yerine
"Cumhurbaşkanlığı"nın ikamesiyle yetinilmesi anlamlı olacaktır.
Osmanlı arşivi, yeniden yapılanırken "bürokratik reformmevcudu
muhafaza" dengesinin korunmasına dikkat gerekliliğini ortaya koyan
çarpıcı bir örnektir.