ABD Başkanı Trump, içeride siyasi olarak sıkıştıkça dışarıda
saldırganlaşıyor. Bunu en net biçimde de Türkiye'ye yönelik
söylemlerinde görüyoruz.
Trump, Papaz Brunson için Türkiye'yle savaştıklarını söylüyor.
Aynı zamanda da insafsız bir algı operasyonu yürütüyor. Bu açık
savaş çağrısı işlerin biraz terse dönmeye başlamasına yol açtı.
Bunda kuşkusuz Trump'ın dünyanın birçok başka ülkesine yönelik
saldırgan yaklaşımının katkısı da var. Bu da Türkiye için büyük bir
şans.
Bırakın Rusya'yı veya Çin'i, şimdi Türkiye'nin önünde başta AB'nin
iki büyük ülkesi Almanya ve Fransa olmak üzere birçok ülkeyle ortak
hareket etme hatta "Yeni İttifak" kurma zemini var. Böyle bir zemin
ABD içinde de doğmuş durumda. Yani Batı cephesinde yeni bir şeyler
oluyor. Onca negatif tutumuna rağmen Brunson krizinde marjinal
Evangelist gruplar dışında ABD medyası ve kamuoyu, Beyaz Saray'ın
Türkiye politikasına sıcak bakmıyor.
Bunu seslendirenlerin başında da ABD siyasetinin önemli ismi ve
Türkiye uzmanı Matt Bryza geliyor.
Onun gibi birçok yorumcu ABD basınında bu politikanın ABD
çıkarlarıyla ters düştüğünü ve Türkiye ile ilişkilerin düzelmesi
gerektiğini savunuyor.
Bu önemli, çünkü Türkiye'nin küresel düzeyde elini güçlendiriyor.
Bu noktaya gelişte elbette Türkiye'nin stratejik önemi kadar
yürütülen diplomatik girişimlerin ve çabaların da payı var. Örneğin
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun, ABD'nin en çok okunan
gazetesi USA Today'de ciddi ses getiren yazısı... Gazete geniş bir
kitle tarafından okunuyor. ABD orta sınıfı ve Trump seçmeninin
tercih ettiği ve ABD'nin en çok gündem belirleyen mecralarından
biri olan bu gazetede, Türkiye'nin argümanlarının anlatılması çok
çok önemliydi.
Benzer bir şeyi Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, İngiltere
ve Fransa ekseninde hem yatırımcılarla hem de siyasi muhataplarıyla
birebir ilişki kurarak yaptı. ABD Büyükelçimiz Serdar Kılıç ise
uluslararası karar vericilerin yakından takip ettiği Wall Street
Journal ve Washington Post gibi mecralarda yazılar yazdı. Bu da
Batı kamuoyunu çok etkiledi.
Bütün bunlar, Türkiye'ye ve Başkan Erdoğan'a yönelik yürütülen
derin algı operasyonlarına karşı daha aktif bir pozisyon alındığını
gösteriyor.
Bunda da başkanlık sistemine geçişle birlikte Cumhurbaşkanlığı
bünyesinde kurulan ve başkanlığını Fahrettin Altun'un yaptığı
iletişim başkanlığının katkısı büyük.
Kısaca Türkiye'nin, başkanlık sistemine geçmesiyle daha verimli bir
halkla ilişkiler, kamu diplomasisi ve lobicilik yönetimi
uyguladığını görüyoruz. Artık eskisi gibi başkalarına havale edilen
bir lobicilik faaliyeti yürütülmüyor.
Ancak hâlâ sıkıntılar bitmiş değil. Dünya kamuoyu algısını
oluşturan en belirleyici şehirlerin başında Washington geliyor.
Orada hâlâ ciddi problemler var.
Bir iletişimcinin söylediği gibi "Washington Türkiye düşmanının
çok, dostunun az olduğu bir şehir." İsrail lobisi, Ermeni
diyasporası, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve elbette
FETÖ, yıllardır Türkiye'ye karşı rezil bir karalama kampanyası
yürütüyor.
Bu kampanyaya karşı, Türkiye'nin ABD'de son derece haklı tezlerini
etkin şekilde anlatması lazım. Kamu kurumları ciddi çaba harcıyor
ama artık başkalarının da elini taşın altına koyması gerekiyor.
Özellikle de iş dünyasının. Algı yönetimi sadece kriz zamanlarında
değil, bize sürekli lazım.
Büyük şirketlerimiz imkânlarını Dışişleri Bakanlığı ve
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ile koordine ederek ülkemiz
lehine devreye sokmalı.
Sonsöz: Önümüzde yaşanan krizi hafifletecek önemli fırsatlar var ve
bu değerlendirilmeli.