CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu öyle bir pas
verdi ki, Başkan Erdoğan'a sadece dokunmak kaldı.
Onu da dünkü grup toplantısında hakkıyla yaptı. Hem
de "CEHAPE Zihniyeti"nin ortaya koyduğu kara bir tarihi
gözler önüne sererek.
Aslında Kılıçdaroğlu da o tarihin bir ürünü ve hala o zihniyetten
kurtulmuş değil. Öyle olduğu için de "sahici" bir değişim
ortaya koyamıyor. Çünkü CHP'ye dayatılan değişim, kurultaylarda
fikri arayışların, tartışmaların doğal bir sonucu değil.
Büyük oranda Erdoğan'ın zorlamasıyla gerçekleşen bir değişim
bu. Karşımızda "mecburi demokrat" bir Kılıçdaroğlu ve CHP
var.
Bu yüzden de zaman zaman bir hamle yapsa da arkasını getiremiyor.
Bazen de sorun halledildikten sonra devreye girip rol kapmaya
çalışıyor.
Hatırlayın, bir ara Kılıçdaroğlu darbeler konusunda da büyük laflar
edip; "Tankların üstüne ilk ben çıkarım..." demişti. Sonra ne
oldu?
15 Temmuz gecesi, Yeşilköy havaalanında hayat onun karşısına
FETÖ'cü darbecilerin tanklarını çıkardı ama o bırakın tankların
üstüne çıkmayı, tankların arasından sessizce geçip gitmeyi tercih
etti. Sonradan "İyi de tank getirselerdi, nerede
tank?" gibi bir garipliğe de imza attı.
Aslında sadece Kılıçdaroğlu değil, bugüne kadar CHP zihniyeti kendi
yarattığı hiçbir sorunu "siyaseten" çözme cesareti
göstermedi.
Ne darbeleri ve vesayet rejimini sorun etti ne de sahibi olduğu
sistemin ürettiği başörtüsü, Kürt ve Alevi meselesinin üzerine
gitti.
Tam tersine bazen o sorunlara yeni sorunlar ekledi. Alın 2007'deki
e-muhtıra ve 367 garabetini... AK Parti, CHP'nin destek verdiği bu
tuzakları püskürtünce de bir kısım CHP'li şu yorumu bile
yaptı; "Bunlar kurguydu, AK Parti'ye yarasın diye
yapıldı..."
Şimdi aynı şeyi başörtüsüne yasal güvence verme meselesinde
yaşıyoruz ve yaşayacağız. Kılıçdaroğlu, seçim sürecine girilirken,
tıpkı helalleşme gibi toplumu ikna edebileceği ve böylece CHP'nin
oyunu arttırabileceği hesabı yapıyor.