Geçmişte Türkiye'nin normalleşmesinin önündeki en büyük engel
vesayet sistemiydi. Bürokratik vesayetçi yapı, kimi zaman silahlı
gücüyle kimi zaman kurumlarıyla siyasete müdahale edip, her türlü
değişime karşı çıkıyor ve Türkiye'yi kilitliyordu.
Bu yüzden ülkenin tarihi "yasaklar" tarihi gibiydi.
Düşünceden, teşebbüse kadar her alanda yasak vardı. Bırakın ceza
yasalarını temel insan hak ve özgürlüklerini düzenleyen Anayasa
maddeleri bile "ama ve fakat" diyerek "yasak" kapsamına
alınıyordu.
Teoride düşünce, inanç ve teşebbüs özgürlüğü yazıyordu ama
uygulanmıyordu. Ve ne zaman toplumsal muhalefet yükselip talep etme
noktasına geldiyse o zaman da devreye darbeler ve muhtıralar
girdi.
Birey ve toplum değil devlet önemliydi.
Son 14 yıllık AK Parti iktidarında sessiz devrimlerle önemli
adımlar atıldı. Bazı yasalar kökten değişti bazı yasalar
yürürlükten kaldırıldı. Birçok tabu yıkıldı. Dindarların,
Kürtlerin, azınlıkların önü açıldı. Toplum nefes almaya
başladı.
Ama tüm bunlar hiç de kolay olmadı.
Vesayet sistemi farklı biçimlerde hep direndi. Kimi zaman tehdit
etti, kimi zaman tuzak kurdu, kimi zaman da medya üzerinden algı
operasyonları yürüttü.
Bunu yaparken de en çok "aydınlanmacı" aydınları kullandı. Onlar da
en ufak bir değişimi, basit bir normalleşmeyi bile topluma
"tehlike" olarak sundu.
Bazen "irtica hortluyor, İranlaşıyoruz" türküsü tutturdular,
tutmayınca "eksen kayıyor, Malezyalaşıyoruz" dediler, bazen "367"
garabetini uydurup engel olmaya çalıştılar, bazen "mahalle baskısı"
kılıfı bulup hedef saptırmaya çalıştılar, bazen bölücülük üzerinden
"ihanet ediliyor" dediler, bazen "diktatörlüğe gidiyoruz"
çığlıkları attılar ama değişimi durduramadılar.
Faşizan içerikli "Ant"ı değiştirmekten, Kürtçe üzerindeki yasağa,
azınlıkların vakıf mallarının iadesine kadar neye el atıldıysa bir
bahane bulundu.
Birkaç gündür de Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun açıkladığı, hükümetin
cuma namazıyla ilgili düzenlemesi gündemde.
Toplumun neredeyse yüzde 75'inin cumaya gittiği bir ülkede öğlen
tatilinin cuma namazı saatine getirilmesinden daha makul ne
olabilir?
Bunun bugüne kadar yapılmaması ayıp... Ama ne mümkün, vesayetçi
aydınlar işin o yanını unutup, saldırıya geçti. Başörtüsü
meselesini siyasi krize dönüştürdükleri gibi buradan da bir kriz
çıkarma derdindeler...
Bu işin öncülüğünü de 2010'da bir televizyon programında birlikte
olduğum "sosyalist Kemalist" arkadaşım Enver Aysever yapıyor.
Başörtüsü meselesine yaklaştığı gibi buna da kışkırtıcı bir dille
yaklaşıyor. İnanç özgürlüğünden yana olduğunu söyleyen biri şu
cümleleri kurabilir mi?