Cumhuriyet gazetesinin bugün üstlendiği operasyonel gazetecilik
rolü ve FETÖ eksenli yayınları aslında gazetenin sahibi olan vakfın
ele geçirilmesiyle başladı.
Önce fark edilmedi, fark edildiğinde ise atı alan Üsküdar'ı
geçmişti. Buna rağmen bir süre sonra Vakfın eski başkan vekili Alev
Coşkun harekete geçti, İnan Kıraç, Şevket Tokuş ve Mustafa
Balbay'ın desteğiyle Cumhuriyet Vakfı'nın ele geçirildiği
iddiasıyla dava açılmasını sağladı.
Daha önce yazdım, Cumhuriyet'le ilgili iki dava var.
Biri vakfın ele geçirilmesiyle ilgili, diğeri de vakfı ele
geçirenlerin siyasi ilişkileriyle ilgili...
Aslında vakfın ele geçirilmesi davası siyasi davanın da gerekçesi.
Ama ne yazık ki o Vakıf davası da bir türlü sonuçlanmıyor.
Daha doğrusu Vakıflar Genel Müdürlüğü mahkeme kararının gereğini
yerine getirmiyor.
Hem de ortada iki mahkemenin, yerel ve istinaf mahkemesinin verdiği
karara rağmen. Her iki mahkemenin kararı da Cumhuriyet Vakfı'nın,
hukuk dışı bir yolla ele geçirildiğini tespit ediyor ve vakfın asıl
sahiplerinin teslim edilmesini öngörüyor.
İlk yerel mahkeme 2 Haziran 2016'daki kararında: "2013 yılında
Cumhuriyet Vakfı'nın 12 üyesinden biri olan Aydın Aybay'ın vefat
etmesi üzerine, 2 Nisan 2013 tarihinde yönetim kurulu toplandığını,
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından bu toplantının geçersiz olduğu
yönünde bildirim yapılması nedeniyle 7 Ekim 2015 tarihinde yapılan
seçimli toplantının da geçersiz hale geldiği ve seçimin yenilenmesi
için davalı vakfa 15 gün süre verildiği, bu yazı sonrasında vakıf
başkanı Orhan Erinç imzası ile 18 Şubat 2014 tarihinde
yapılacağının bildirildiğini ve belirtilen tarihte yönetim
kurulunun 4 üyesinin asaleten, 2 üyesinin de vekaleten toplantıya
katıldığını, toplantının böylece 6 üye ile yapıldığını, oysa vakıf
senedinde 12 üyenin yarısından fazlasının toplantıya katılması
gerektiğini, yeterli çoğunlukla toplantı yapılmadığından boşalan
üyelik için yapılan toplantıda alınan atama kararının yok hükmünde
olduğunu" söylüyor.
Yerel Mahkemenin bu kararından sonra Cumhuriyet Vakfı'nı yönetenler
bir üst mahkemeye, yani İstinaf Mahkemesi'ne başvurarak itiraz
ettiler.
İstinaf Mahkemesi de bir yıl sonra 28 Şubat 2018'de önce ilk derece
mahkemesinin şu tespitine vurgu yapıyor:
"Vakfın 11 üyesi bulunmasına rağmen Önder Çelik'in üye seçimine
ilişkin toplantıda 6 üye toplantıya katılıp, gerekli çoğunluk olan
7 üye şartı gerçekleşmediği için, bu toplantıda alınan karar mutlak
butlanla malul olduğu..." Yani yok hükmünde sayıldığını kabul
ediyor ve şu kararı veriyor:
"Davalı Cumhuriyet Vakfı'nın istinaf başvurusunun reddine..."
Kısaca iki mahkeme de Cumhuriyet Vakfı'nın hukuk dışı bir yöntemle
ele geçirildiğini kabul ediyor ve bugünkü yönetimi "yok hükmünde"
sayıyor.
Peki bu kararlar neden uygulanmıyor?
Buna açık ve net bir cevap yok. Oysa Vakıflar Genel Müdürlüğü,
elinde iki mahkeme kararı var ve bunu uygulayabilir.
Ama bürokrasi buna yanaşmıyor. Şimdi Yargıtay yolunun da denenmesi
isteniyor.
Bu da en azından iki yıl demek. Durum gerçekten vahim, çünkü hukuk
dışı yolla vakfı ele geçirenler otururken, haksızlığa uğrayanlar
haklılıklarını ispat etmek için mahkeme mahkeme dolaşmak zorunda
kalıyor.
Bu da sadece adaletin tecellisini geciktirmiyor, aynı zamanda
Cumhuriyet'in operasyonel yayınıyla zihinlerin tahrip edilmesinin
devamını sağlıyor.