Son dönemde, özellikle de son üç yılda Türkiye ne zaman iyi
şeylere imza atsa, mutlaka bir saldırıyla karşı karşıya kalıyor. Bu
tesadüf olamaz. Seçilen hedeflere bakın, her biri başka mesaj
içeriyor. Suruç'tan Ankara'ya, kanlı terör saldırılarıyla siyaset,
Sultanahmet ve Beyoğlu saldırılarıyla da ekonomi hedef alındı.
Kirli akıl hiçbir şeyi tesadüfe bırakmıyor. Şu tesadüfe (!) bakın,
aynı zaman diliminde diğer terör örgütlerini saymıyorum, hem PKK
hem DAEŞ Türkiye'yi bombalıyor. Önceki gün Türkiye'yi yasa boğan
Atatürk Havaalanı'na saldırı da tesadüf değil. İsrail ve Rusya'yla
ilişkilerin yeniden kurulduğu, böylece bölgede dengelerin yeniden
kurgulanacağı bir zamanda, bu saldırı tesadüf olabilir mi?
Evet, büyük bir terör saldırısı kısa zamanda planlanıp
gerçekleştirilemez ama şu gerçek de göz ardı edilemez. Terör
örgütleri ve onları bir aparat olarak kullanıp bölgede vekalet
savaşı yürüten güçlerin, yeni gelişmeleri öngörüp ona göre hesap
yapmadığı söylenebilir mi? Uyuyan hücrelerin harekete geçirilmesi
hiç de zor değil. Asıl sorgulanması gereken ve cevabı aranan soru,
başta DAEŞ olmak üzere birçok terör örgütünün neden Türkiye'yi
hedef seçtiği.
Bu da hiç tesadüf değil. Suriye'deki iç savaşta Esed
diktatörlüğünün 500 bini aşkın insanı katletmesine göz yuman
küresel güçler, başından beri tek şeyi hedefledi; bölgede
Türkiye'nin etkin olmamasını. Nedeni de sadece Türkiye'nin silah
gücü, ekonomik büyüklüğü değil, insani duruşu, tarihi misyonu ve
İslam coğrafyasındaki özgünlüğüydü.
Saldırılarla Türkiye'nin özgünlüğü ve bölgede ilham kaynağı olma
ihtimali devre dışı bırakılmak istendi. Hayli yol da alındı. Ancak
başarılı olamadılar.