Birkaç gün önce Mehmet Barlas bugün karşımıza çıkan
Kandil-Pensilvanya ortaklığını ve Türkiye düşmanlığını anlamak için
en azından yakın tarihe dönüp bakmamız gerektiğini yazdı.
O kritik tarih de 28 Şubat Postmodern darbe süreciydi.
60'lı yılların ortasından itibaren seçilen ve önü açılan iki yapı;
Fetullahçılar ile Apocular giderek kendi alanlarında tek örgüte
dönüştürüldü ve güçlendirildi. Başlangıçta istihbarat örgütlerinin
ilişki kurduğu bu yapılarla, o tarihten sonra bizzat o küresel
devletler ilişki kurmaya başladı.
İşte FETÖ lideri Gülen'in ABD'ye götürülmesiyle, PKK lideri
Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edilmesi bu sürecin bir ürünü. Aynı
tarihte (1999) gerçekleşmesi de tesadüf değil. Bugünleri de hesaba
katan uzun erimli küresel bir stratejinin ilk güçlü adımları.
Bu tezgahı ne yazık ki ne devlet kurumları fark etti ne de devleti
yöneten siyasiler. O günleri biraz hatırlamakta yarar var. Her iki
olay da Ecevit'in başbakanlığı döneminde yaşandı. Bu da tesadüf
olmasa gerek.
28 Şubat Postmodern darbe döneminde Gülen'in ABD'ye götürülmesi
nakış nakış işlenen bir operasyondu.
Gülen, önce Refah Partisi iktidarına karşı itibarsızlaştırma aracı
olarak kullanıldı. Erbakan'ın gitmesi için manşetlere
çıkartıldı.
Sonra üstü örtülen raporlar patladı ve DGM soruşturma açtı. Artık
Gülen bir "cemaat lideri" olarak mağdurdu.
Son noktayı devreye giren dönemin Başbakanı Ecevit koydu. Gülen'le
görüştü ve sağlığı için ABD'ye gitmesi gerektiğini söyledi.
Peki Gülen'i Ecevit'e kimler götürdü? Bu buluşmada dönemin Başbakan
Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ın katkısı var mı?
Burası önemli çünkü iş "devlet" düzeyinde yürütüldü. Böylece ABD'ye
götürülen Gülen, "bir din adamı" olarak mağdur gösterildi ve dünya
çapında meşruiyet kazanmasının önü açıldı, güçlendi. Tabii yeri
geldiğinde kullanılmak üzere.
Öcalan'ın durumu da farklı değil. Türkiye'ye paket yapılıp teslim
edilmesi karmaşık görense de aynı çok yönlü stratejinin bir
uzantısı. Dönemin Başbakan Ecevit'in şu sözü bile durumun
vahametini anlatmaya yetiyor.
"Öcalan'ı ABD bize neden teslim etti hala anlamış değilim"
Bugün de cevabı tam olarak bilinmiyor. Ama çok soru var. Dönemin
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, bir gün Suriye
sınırında sert bir açıklama yapıyor ve Öcalan Suriye'den
çıkartılıyor. Bu kadar basit mi?
Peki, o açıklama neden yapılmıştı? Arkasında Türkiye ile Öcalan
arasında bir pazarlık mı vardı? Varsa sonra ne oldu da işler
bozuldu? Bu hala neden açıklanmıyor?
Burada ilginç bir nokta daha var. Ne zaman Kürt meselesinde olumlu
bir gelişme yaşansa, sabote etmek için Almanya'yı devrede
görüyoruz.