Siyaset-terör ilişkisine Türkiye'deki gibi ölçüsüz ve absürt
bakıldığı sürece ne seçilmiş başkanların görevden alınması biter ne
de terör...
Çünkü hâlâ HDP, PKK'yı "silahlı bir muhalefet örgütü" olarak
görüyor ve o gücü bir siyasi korku aracı olarak kullanıyor.
Ama daha vahim olanı HDP-PKK ilişkisine, CHP ve İYİ Parti'nin "AK
Parti düşmanlığı" üzerinden bakması. Bu siyasi körlük, terör
konusunda bile ortak bir noktaya gelinmesini engelliyor.
Üstüne üstlük bu partiler demokrasi havarisi kesilebiliyor, AB
normlarını hatırlatabiliyor. Oysa o normların en temel ilkesi
şiddetsiz siyaseti zorunlu kılan Venedik Kriterleri...
Peki, şimdi soralım; HDP'nin terör örgütü PKK'yla ilişkisi var mı,
yok mu? Venedik Kriterleri'ne uyuyor mu?
Uymadığı çok açık, ortada onlarca yazılı belge, dava ve kanıtlanmış
ilişki var. Bu gerçek ortada dururken, HDP bir yandan
Türkiyelileşmeden söz ediyor, öte yandan terörle onlarca insanın
katledilmesi karşısında susuyor. Tam bir ikiyüzlülük... Aynı şeyi
şimdi CHP ve çevresi de yapıyor.
Bu yüzden sorun siyasetteki ilkesizlikle Türkiye'ye kurulan küresel
kumpasların örtüşmesinde.
Hatırlayın, çözüm süreçlerinde CHP ve Ulusalcılar, HDP'nin PKK'yla
ilişkisini eleştirip sürece karşı çıkarken bugün tam tersi bir
noktada.
Tıpkı FETÖ'cülere bakış gibi.
Özellikle CHP'nin, bu çifte standardı Türkiye'de demokrasi, hukuk
ve ifade özgürlüğü konusunda asgari müştereklerin oluşmasını
engelliyor. Bu yaklaşıma İYİ Parti'nin destek vermesi de
şaşırtmıyor.
Siyasette yaşanan bu savrulmayı şimdi HDP'li üç belediye başkanının
İçişleri Bakanlığınca görevden alınmaları olayında da yaşıyoruz.
Venedik Kriterleri'ne atıf yapan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu,
olayın nedenini net açıklıyor:
"Terör örgütüyle siyasi parti ilişkisine izin vermeyeceğiz."
Aslında bu konuda demokrasi havarisi kesilenlerin dönüp AB
ülkelerindeki uygulamalara bakmaları gerekiyor.
İspanya'da neler oldu?
Özellikle de etnik sorunlar konusunda ilginç tecrübeler yaşayan
İspanya örneği ciddi derslerle dolu. Terör örgütü ETA ve siyasi
ayağı Herry Batasuna'yla ilgili AİHM'nin verdiği kararlar ortada
duruyor. AB kurumları nedense söz konusu ülke İspanya olunca en
sert kararları vermekten çekinmiyor. En çarpıcı olanı da en son
Katalunya kararları.
Teröre hiç bulaşmayan ve sadece "bağımsızlık referandumu"na giden
Katalanların, özerk yönetim başkanı dahil 9'u tutuklu 12
milletvekili "ayrılıkçılık" gerekçesiyle yargılanıyor. Türkiye'ye
demokrasi dersi veren Kati Piri'lerin de sesi soluğu çıkmadı.
Türkiye'deki solcuların da...
Bu noktada şu gerçeği de hatırlatalım.
Deniyor ki, madem HDP'li başkanlar görevden alınacaktı neden seçime
katılmalarına izin verildi? İspanya'da da kapatılana kadar Herry
Batasuna her seçime katıldı ve birçok seçilmiş milletvekili veya
belediye başkanı terörü övdüğü gerekçesiyle tutuklandı,
yargılandı.
"Organik Siyasi Partiler Yasası"
Bu durum sorunlu görünse de aslında amaç, siyasi sorunların sivil
siyasetle çözülmesinin önünü açmaktı. Ancak ne yazık ki terör
örgütleri ve siyasi ayakları bu yaklaşımı hep sabote etti.
HDP'liler de bu fırsatı sivil siyaset için değil, PKK'ya destek
olmak için kullandı, halen de kullanıyor.
Sonunda İspanya çareyi partiler yasasını değiştirmekte buldu.
Sanıyorum Türkiye de bu yolu denemek zorunda. Tıpkı İspanya'daki
"Organik Siyasi Partiler Yasası" gibi bizdeki siyasi partiler
yasası da değişmeden bu tartışmalar ve sorunlar bitmez. Böylece
teröre destek verenler bir daha parti kurucusu olamayacakları gibi
herhangi bir seçime de katılamayacaklar.
Belki o zaman normalleşiriz.