Adı cumhurbaşkanlığı da olsa tartıştığımız yeni siyasal sistem,
başta ABD olmak üzere birçok ülkede uygulanan başkanlık sisteminden
başka bir şey değil.
Aslında bugün dünyada yürürlükte olan bütün demokratik sistemlerin
taşıyıcı kolonları aynı olsa da hiçbiri birbirine benzemiyor... Bu
fark, her ülkenin kendi tarihsel deneyimini az veya çok siyasal
sisteme yansıtmasından kaynaklanıyor.
Türkiye, özellikle çok partili siyasal sisteme geçtikten sonra bunu
sivil iradeyle başaramadı. Ama askerler başardı. Askerler, biri
1960 diğeri 1980 darbesi olmak üzere iki kez siyasal sistemi altüst
ettiler. Seçim sistemi de buna paralel olarak birkaç kez değişti.
İki darbe de bugün çok tartışılan "milli irade"yi sınırlamak için
yapıldı. Bugün içinden çıkılmaz hale gelen "ucube parlamenter
sistem" bu darbelerin bir ürünü.
Ortaya çıkan siyasal sistem bizim kodlarımızla örtüşmediği gibi en
temel beklenti olan "istikrarı" da getirmedi. Doğal olarak
demokrasinin derinleşmesi, kalkınma, sosyal refah da
gerçekleşmedi.
İşte buna son vermek için Türkiye 1970'lerin başından beri yeni bir
siyasal sistem aradı. Son 50 yıla damgasını vuran, Özal'dan
Erbakan'a, Demirel'den Türkeş'e rahmetli olmuş önemli siyasi
aktörlerin hepsi bu arayışın gerekliliğine dikkat çektiler, gündeme
getirdiler ama hayata geçiremediler.
Statüko güçlüydü ve kontrol edebileceği sistemin bırakın
değişmesini, tartışılmasına bile izin vermedi.