ABD-Türkiye ilişkilerindeki gerginliğin geçici olmadığını
anlamak için çok uzaklara, 1960'lı, 70'li yıllara veya darbelere
gitmeye gerek yok. Sadece 15 Temmuz'un arkasındaki kanlı el FETÖ'ye
ve elebaşı Gülen'i sahiplenmesine bakmak yeterli. Bu konuda ABD'li
herhangi bir yetkilinin tek kelime ettiğini gördünüz mü?
ABD'liler sanki o kanlı darbe yokmuş gibi davranıyor.
Ama iş, Türkiye'nin attığı adımlara gelince ABD'liler her şeye
karşı çıkıyor. Hatta Türkiye'nin geleceğine ilişkin aldığı yerel
kararlara, projelere bile...
Bırakın S-400'ü, Çin'in Kuşak Yol Projesi'ni veya petrol boru
hatlarını şimdi Kanal İstanbul'u bile istemiyorlar.
Önceki gün Habertürk'te Serdar Turgut yazdı:
"O an konuşulan konu ister Suriye, ister NATO, ister F-35'ler veya
S-400 füzeleri olsun, hepsi de konuyu ne yapıp yapıp mutlaka Başkan
Erdoğan'ın Kanal İstanbul projesine getiriyordu. Amerikan
Yönetimi'nin her biriminde bu projeye karşı çıkmak adeta zorunlu
bir resmi politikası olmuş gibiydi."
Gerekçeleri de "çevre duyarlılığı". Tıpkı Gezi'ciler gibi... Şu
hale bakar mısınız? Dünyayı bitişe götürecek küresel ısınmaya karşı
kılını kıpırdatmayan ABD, söz konusu Türkiye olunca çevreci
oluyor.
Bu noktadan geriye dönüp bakınca, Türkiye'nin 1940'lardan bu yana
uçak ve otomobil yapmasından, bağımsız hareket etmesine kadar
aldığı bütün kararların neden engellendiği ve neden her on yılda
bir darbe yapıldığı daha iyi anlaşılıyor. Bu yüzden ABDTürkiye
ilişkileri sadece bugün değil, dün de kötüydü ve tek
taraflıydı.
Bu tek taraflı ilişkinin altında da şaşırmayın rahmetli Menderes'in
değil, İsmet Paşa'nın imzası vardı. O günün dünyasında Türkiye'nin
zorunlulukları vardı ama ABD'yle böylesine bağımlılık anlaşması
imzalanmayabilirdi. Menderes o ilişkiyi sürdürdü ama rahatsızlığını
da yansıttı. Hatta bağlantısız ülkelerle dış politika izlemek
istemesinin ve Sovyetler'e yakınlaşmasının bedelini hayatıyla
ödedi.
Tabi bu durum, ne yazık ki Türkiye sağının, komünizm korkusuyla
ABD'ye sarıldığı ve kullanıldığı gerçeğini değiştirmiyor. Ama buna
karşın Türkiye solu da hiçbir zaman gerçek anlamda antiemperyalist
olmadı.
Sol antiemperyalist mi?
Sol bugün de aynı noktada. Demokrat solu ve bir kısım Atatürkçüleri
bir yana bırakırsak, solun bütün renkleri bugün neredeyse ABD'yle
aynı çizgide. Hatta büyük bir kısmı PKK-PYD çizgisinin ABD bayrağı
altında Türkiye'ye karşı savaştığı gerçeğini görmezlikten geliyor,
itiraz etmiyor.
Bu ruh hali CHP için de geçerli. CHP'nin bugünkü yönetimi 1947'nin
İsmet Paşa çizgisini sürdürüyor. Ne imza atılan ikili anlaşmaları
ne de Türkiye'nin "Oltada Balık" oluşunu hatırlayan var.
CHP'nin bu noktaya gelişinde Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu'nun
katkısı büyük. Kılıçdaroğlu, Gezi'de başlayan 17-25 Aralık ve TIR
operasyonlarıyla süren kuşatmaların hep yanında yer aldı. 15 Temmuz
darbe girişimine bile "kontrollü darbe" diyerek FETÖ'yle aynı dili
kullandı.
Şimdi başa dönelim ve ABD'nin Kanal İstanbul'a karşı çıkışını
hatırlayalım. Bu Türkiye solunun Gezi kalkışmasındaki en önemli
talebiydi. Gördüğünüz gibi mesele üç beş ağaç değil, küresel
hesaplaşmaydı.
CHP bu hesaplaşmada negatif bir rol oynadı. Bu rolü son olarak
sahiplenen isim de CHP'nin başına geçme hesapları çöken Muharrem
İnce'ydi. İnce'nin, kur manipülasyonuna karşı ilk önerisi neydi
biliyor musunuz?
"Kanal İstanbul'u durdurun"
Şimdi soralım; ABD'lilerin Kanal İstanbul'a karşı çıkışlarıyla,
İnce'nin önerisinin çakışması tesadüf mü?
Acaba İnce'yi yine "Amerikalılar mı aradı?"
Kurban Bayramı'nızı kutluyor, bayramın ülkemize ve dünyamıza barış
ve huzur getirmesini diliyorum.