İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in "prensi" olarak sunulan
genç işadamı Buğra Kavuncu'nun GİK üyesi ve parti sözcüsü olması
uzun yıllarda Türkiye'nin yaşadığı iç ve dış kuşatmalarla yakından
ilişkili görülüyor. Ailesinin siyasetteki rolü, CIA ve FETÖ ile
ilişkileri, Türkiye'nin geçmişte ve bugün yaşadığı kırılma
noktalarında ortaya çıkmaları bunu gösteriyor.
Dün eski MİT'çi, CIA ile ilişkili Enver Altaylı ve FETÖ'nün
Kazakistan'daki önemli ismi eski Eyüp Belediye Başkanı İsmail
Kavuncu'nun ilişkilerini ve akrabalıklarını yazdım.
Buradan devam edelim. Buğra Kavuncu'yu görünürde İyi Parti
sözcülüğüne taşıyan şey, Almanya'nın dev firmalarından BASF'ta üst
düzey yönetici olması. Ama arka planda başka ilginç ilişkiler var.
Bir kere firmanın geçmişi ve ilişkileri soru işaretleriyle dolu.
BASF firmasının geçmişi İkinci Dünya Savaşı'na kadar uzanıyor.
Dünyanın en büyük kimya ve boya firmaları arasında yer alıyor.
Derin ve küresel bir güç olduğu söyleniyor. Bu gücün Kazakistan'da
büyümesiyle FETÖ'cülerin yükselişleri arasında bir paralellik
var.
Bu fotoğrafa, Koyuncu'nun dayısı Enver Altaylı'nın Almanya ve CIA
ilişkilerini ve diğer akbabası İsmail Kavuncu'nun FETÖ bağlantısı
eklenince durum biraz daha netleşiyor. Ama büyük fotoğrafı asıl
tamamlayıcı olan büyük dede Abdurrahman Koyuncu.
Dede Koyuncu, 1938'de Özbekistan'dan Türkiye'ye göçen ailenin en
büyüğü.
Onun en yakın arkadaşı ise CIA ajanı Özbek kökenli Ruzi Nazar. Onun
öğrencisi ise MİT'çi Enver Altaylı... Başka isimler de var ama daha
önemlisi Gladyo örgütlenmesi, onun ilk adımı Komünizmle Mücadele
Dernekleri ve FETÖ elebaşı Gülen'le ilk irtibatın kurulması.
Bu ilişkiler ağı, 90'larda Sovyetler'in yıkılmasıyla yeniden
canlanıyor. Adres, Türki Cumhuriyetler. Buralar hem Altaylı'nın hem
de CIA'nın ilgi alanı.
Başka kim var dersiniz? Şaşırtıcı değil, CIA'nın o bölgelerdeki
aparatı FETÖ.
Okulları ve işyerleriyle FETÖ o bölgeleri ele geçirirken başrolde
bildiğimiz İsmail Kavuncu var.
Biraz karışık ama buraya bir nokta koyup Kavuncu ailesiyle ilgili
yine kafalarda soru işareti oluşturan iki önemli ayrıntıya daha
dikkat çekelim. İlkine bir soruyla başlayalım: Bir CIA projesi olan
FETÖ'nün Türki cumhuriyetlere yönelmesiyle Türkiye'deki milliyetçi
cenahta yaşanan "ümmetçi-milliyetçi" siyasal ayrışmanın aynı zaman
dilimine denk düşmesi acaba tesadüf mü? O tarihlerde Ülkücüler
arasında yaşanan ayrışmanın öncülüğünü yapan isim ise Buğra
Kavuncu'nun babası Orhan Kavuncu...
İkinci ayrıntı çok daha ürkütücü...
Karşımıza bu kez TSK'da tepe noktalara gelen bir Kavuncu çıkıyor;
Tuğgeneral Salim Cüneyt Kavuncu. Ürkütücü olan ise Türkiye'nin
bugün yaşadığı kuşatmanın bir başlangıcı olan Uludere katliamı...
Hatırlarsanız 28 Aralık 2011'de Irak sınırında kaçakçılık yapan 34
sivil, "terörist" diye bombalanarak öldürülmüştü. İnsani ve siyasi
açıdan çok sarsıcı bir olaydı bu.
O günlerde de yazdım, bu bir tuzaktı ve amaç AK Parti ile Kürt
sosyolojisinin arasını açmaktı. Öyle de oldu. O kararın nasıl
verildiği çok tartışıldı. Ortaya halen de net bir fotoğraf çıkmış
değil.
Ama o günlerde Yeni Şafak'ta yazan Abdülkadir Selvi, sınırdan
geçmeye çalışan kaçakçıların bombalanması konusunda emrin kimden
geldiğine dair çok önemli bir iddiayı seslendirmişti.
Selvi'ye göre o dönemde Genelkurmay Komuta Kontrol Daire Başkanı
olan Tuğg. Salim Cüneyt Kavuncu, Uludere'de vurma kararı
verilmesini sağlayan raporu yazan isimdi.
O soruşturmadan bir sonuç çıktı mı bilmiyorum ama Tuğg. Kavuncu,
Uludere olayından hemen sonra sürpriz biçimde emekliliğini istedi.
Bu karanlık ilişkiler ağı çözülmeden kuşatmalar bitmez.