Nihayet İstanbul seçimini yaptı.
Tartışmalı da olsa 31 Mart sonrası hukuki süreç işledi ve halkın
iradesi çok daha güçlü bir biçimde sandığa yansıdı. CHP ve çoklu
ittifak adayı Ekrem İmamoğlu açık ara farkla seçimi kazandı.
Bu seçim, üst üste yapıldığı için toplumu geren, temel sorunları
gölgeleyen seçimlerin de sonu oldu.
Şimdi ülkede yeni bir dönem başlıyor.
Çünkü İstanbul seçimi bir belediye başkanı seçimi de olsa sonuçları
17 yıldır iktidarda olan AK Parti'yi de, aynı zaman diliminde
sürekli kaybeden muhalefet cephesini de derinden etkileyecek.
Bu yüzden İstanbul seçimine neresinden bakarsanız bakın derslerle
dolu. İlk ders hiç kuşkusuz demokrasimizle ilgili... Bu seçimde,
onca itibarsızlaştırılmalara rağmen sandığın ne kadar önemli olduğu
görüldü.
Başka örnekleri bilindiği halde bu seçimde özellikle İstanbul
üzerinden yıllardır AK Parti'ye karşı yürütülen haksız "iktidarı
devretmez" kirli tezi de yerle bir oldu.
Ve bu seçim bir şeyi daha tekzip etti.
Yine yıllardır halkı "bir çuval makarna, bir torba kömür için oy
veriyor" diye aşağılayanlara tarihi bir tokat attı. Utanıp özür
dileyeceklerini sanmıyorum çünkü hâlâ toplumu kutuplaştıran o
zihniyet çok etkin.
Bu gerçeğe rağmen o akşam tam tersi yaşandı ve demokratik
geleneğimizin anlamlı örneklerine tanık olduk. Daha sonuçlar
netleşmeden, seçimi kazanmasa da gönülleri kazanan Binali Yıldırım
medyanın önüne çıkıp rakibini tebrik etti.
Başkan Erdoğan ise sıcağı sıcağına İmamoğlu'nu kutladı.
İşin doğrusu CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve İP Başkanı
Meral Akşener klasik muhalefet çizgisini sürdürseler de Ekrem
İmamoğlu, o geceki konuşmalarıyla onlardan farklı bir yerde
duracağının işaretini verdi. Doğrusu durabilecek mi göreceğiz?
Bu kaygının nedeni, İmamoğlu ile arkasındaki ittifak güçlerinin
beklentileri arasındaki paradoks. Bu paradoks nedeniyle yaptığı iki
tespit dikkat çekici. Önce şunu okuyalım:
"Artık önyargı ve ayrıştırma dönemi bitmiştir. Siyasi görüşü ne
olursa olsun, liyakat, çalışkanlık ve millete hizmet aşkı olan
herkes benimle çalışacaktır, çalışabilir. Parti merkezlerinden,
illerden alınan referans kağıtlarıyla işe girme dönemleri
bitmiştir." Bazı CHP'li belediyelerde gördüğümüz işçi kıyımı,
sendika tehdidi devam ederken, buna arkasındaki farklı siyasi
partilerin talebini, öfkeli sosyolojinin beklentilerini de eklersek
işi hiç kolay değil. Bu süreci dikkatle izleyeceğiz.
İkinci tespiti Başkan Erdoğan'la ilgili.
O gece İmamoğlu yeni bir dilden bahsederek Başkan Erdoğan'a
seslendi:
"Hiçbir siyasi mesele vatandaşımızın huzurdan, mutluluğundan,
işsizliğin, yoksulluğun önlenmesinden, vatandaşımıza yeterli eğitim
ve sağlık hizmetlerinin sunulmasından, barıştan, huzurdan, sevgiden
ve saygıdan asla ve asla önemli değildir." İstediği merkezi
hükümetle yerel yönetimlerin birlikte sorunları çözmesi... O
sorunlar da Türkiye'nin önünde duran ekonomiden, Akdeniz ve
Suriye'ye, S-400'den F-35'e, FETÖ'den PKK'ya çok sayıda milli
meseleyle yakından ilişkili. Şimdi soralım;
İmamoğlu, partisi ve ortakları bu meselelerde nasıl tavır alacak?
Merkezi hükümete destek mi olacaklar yoksa İstanbul Büyükşehir'i
iktidarı sıkıştırmanın bir manivelası olarak mı kullanacaklar?
İmamoğlu'nun siyasi kalıcılığı biraz da bu sorulara vereceği
cevaplara bağlı...
Son not: Aslında İstanbul seçimleri her parti ve ittifak açısından
derslerle dolu.
Onları da bir başka yazıda ele alalım.