Tokyo'da, Japon-Türk ortak yapımı Ertuğrul 1890 filminin galasındayız. Önceki gün, anlattığım 1985'te Türkiye'nin Japonları Tahran'dan kurtarma operasyonuyla, 1890'da Osmanlı Sultanı Abdülhamit'in Japonya'ya gönderdiği Ertuğrul Firkateyni'nin öyküsü bir filmde buluşmuş. Ortaya Hollywood filmlerini aratmayan bir film çıkmış.
Hep denir ya, tarihimizde onlarca müthiş olay var ama neden biz, öyküsüyle, oyunculuğuyla, kurgusuyla Hollywoodvari bir film yapamıyoruz.
İşte bu öyle bir film.
Önce kısaca Ertuğrul Firkateyni'nin öyküsünü anlatalım. Yıl 1889. Tarihin garip bir cilvesi olacak; bugün de sıkıntılı bir döneme girdiğimiz Rusya'yla yaşanan 1877 savaşından çıkmış Osmanlı, Avrupa'nın büyük baskısı altında. Üstelik İngilizler de dünyanın her yerinde Müslümanları hilafetten ve dolayısıyla Osmanlı'dan koparacak propagandalar peşindedir. II. Abdülhamit gerek Arap dünyası, gerekse Uzakdoğu Müslümanlarının desteğini almak üzere (Panislamizm hareketi) Ertuğrul'u bu ülkelere göndermeye karar verir. Böylece hem dünyaya ve İslam coğrafyasına mesaj vermiş hem de Japonların ziyaretine mukabelede bulunmuş olacaktır.
Ve Ertuğrul Firkateyni'ni 600'ü aşkın mürettebatıyla Japon İmparatoru Komeii'ye gönderir. Gemi tam 11 ayda Kızıldeniz'den geçip, Hindistan'a, oradan da Japonya'ya gider. İmparator'a Sultan'ın mesajı ve armağanları iletilir. Ama geri dönemez, çünkü Japonya'nın Kushimoto köyü yakınlarında fırtınada batar.
İşte film, Kushimoto köylülerinin dilini bilmediği, yerini yurdunu tanımadığı, fırtınayla boğuşan Osmanlı denizcilerini kurtarma öyküsünü anlatıyor.
Bir insanlık destanı... Savaş filmlerinde haklı tarafı da tutsanız, insanı eksilten bir yan var. Nihayetinde insanlar ölüyor. Ama bu filmde "düşman yok" iyilik ve yardımseverlik var. İnsanı, insanlığı yüceltiyor.