AB-Türkiye ilişkilerinde Varna sürecinden ne sonuç çıkarsa
çıksın, derinlerde yaşanan çifte standart pek değişmeyecek.
Hatta AB, kendini var eden demokrasi, insan hakları ve hukuk
değerleriyle çelişmesini sürdürecek.
Çünkü AB tehlikeli bir yolda... Bir yandan merkez partileri bile
esir alan bir ırkçılık, İslamofobi ve mülteci karşıtlığı var. Öte
yandan 50 yılı aşkın süredir aynı ittifak içinde olan, siyasi ve
ekonomik ilişkileriyle iç içe geçen Türkiye gibi Müslüman bir
ülkeyi "düşmanlaştıran" bir siyaset izleniyor.
Ama en önemlisi, demokrasinin kırmızıçizgisi olan şiddet-siyaset
ilişkisinde izlediği ikiyüzlü siyaset...
Şimdi dönüp AB'nin kendi içinde yaşananlara bakalım. Önümüzde bir
Katalonya örneği duruyor. Katalonya, AB için bir turnusol kâğıdı
niteliğinde. AB'nin en önemli ülkelerinden İspanya'da yaşayan
Katalanlar birkaç ay önce "bağımsızlık" referandumu yaptı. Yani
İspanya'dan "dostça" ayrılmak için sandığa gitti. Silah, bomba
falan kullanmadı, sadece oy kullandı. Ama sıradan bir oy değildi o.
Sonuçları itibariyle İspanya'nın parçalanmasının yolunu açacak bir
oylamadan söz ediyoruz.
İşte bu yüzden İspanya ayağa kalktı.
Ordu ve polis harekete geçti, yapılan referandum yok hükmünde
sayıldı ve daha ilginci Katalan siyasi aktörler birer birer
tutuklanıp cezaevlerine kondu. Şu anda 8 Katalan milletvekili
cezaevinde.
Bu milletvekilleri İspanya Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararla
tutuklandı.
Önceki gün de Katalan lider Carles Puigdemont Almanya'da gözaltına
alındı.
AB ülkeleri İspanya mahkemesinin verdiği kararları bir bir
uyguladı.
Buraya kadar olanlara bakınca, İspanya ve AB, haklı olarak, şiddet
kullanmasa da şiddet kadar etkili olacağı bilinen "ayrılıkçılığa",
yani İspanya'nın bölünmesine daha doğrusu İspanya gibi bir devletin
"yok olmasına" karşı çıktı. Katalanlara göre doğru olan,
İspanya'nın diğer halkları için doğru değildi ve tam bir yıkım
getirecekti.
Şimdi gelin AB'nin bu tutumunu Türkiye'ye karşı tutumuyla
kıyaslayalım.
AB'nin tavrında inanılmaz bir çifte standart, daha doğrusu
"düşmanlık" vardı.
AB ülkeleri ve kurumları, büyük oranda Kürt gerçeğini kabul eden,
ret, inkâr ve asimilasyon politikalarından vazgeçen, çözüm
süreçleriyle siyasetin önünü açan Türkiye'yi görmediği gibi
Türkiye'ye karşı her türlü terörü bir siyasal araç olarak kullanan
PKK'yı da görmedi. Diyarbakır'da 15 ton patlayıcıyla Kürtlerin
katletmesini ise hiç umursamadı.
Terör örgütü ilan ettiği PKK'nın kırmızı bültenle aranan 4500
civarında üyesi, o ülkelerde ellerini kollarını sallayarak
dolaşırken AB kılını bile kıpırdatmadı. Türkiye de buna karşı kendi
göbeğini kendi kesti. Tıpkı İspanya gibi harekete geçti ve şiddetle
ilişkisi olan siyasi aktörleri tutukladı. Katalan lider Puigdemont
gibi HDP Eşbaşkanı Demirtaş da tutuklandı. AB hemen ayağa kalktı;
"Türkiye diktatörleşiyor..." AB, sadece HDP için değil, darbeci
FETÖ'cüler için de ayağa kalktı. Kınama üzerine kınama yayımladı.
En son Salih Müslüm örneğine bakın. PKK ile ilişkisi açık ve net
olan Müslüm gözaltına alınıp bırakılırken, Katalan siyasetçileri
bizzat kendileri tutukladı.
İşin en acı tarafı İspanya ve Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı
tehditlerin de çok farklı olmasıydı. Türkiye sınırında yaşanan
Suriye iç savaşına ek olarak dünyanın en azılı üç terör örgütü
FETÖ, DEAŞ ve PKK'nın fiili şiddetine karşı savaşırken, İspanya,
sadece "düşüncenin şiddete dönüşme" olasılığına karşı ayağa
kalkıyordu.
AB, sadece bu farkı bile görse çok şey değişir.