Hiçbir şey tesadüf değil. ABD Başkanı Trump'ın Suudi Arabistan
ziyareti, Katar'a diplomatik abluka uygulanması ve İran'da
gerçekleşen terör saldırısı... Birbirini tamamlayan hamleler
bunlar.
Aslında bütün bunların Arap Baharı'yla yakın bir ilişkisi var.
Libya'da ABD Büyükelçisi'ne yapılan saldırıdan sonra bölgede kirli
bir oyun kurgulandı. O kirli oyunun siyasi altyapısı, yıllar
önceden Sovyetler'in yıkılmasından sonra "yeni düşman İslam"
denilerek, İslamofobi yükseltilerek adım adım oluşturuldu.
Bütün hikaye, Ortadoğu başta olmak üzere İslam coğrafyasında
demokrasiyle İslam'ın buluşmasını engellemek. Bu hem küresel
emperyalizmin, hem de bölgesel diktatörlerin işine geliyordu. İki
kesim de statükonun yıkılmasını istemiyordu.
Libya'nın düşürülmesinden, Mısır'daki darbeye, Suriye iç savaşının
kilitlenmesinden Türkiye'nin kuşatılmasına kadar, hepsi siyasetsiz
görünen ABD derin aklının yeni siyasetiydi. FETÖ'nün 15 Temmuz
darbesi de, PKK-PYD hattının açık açık silahlandırılması da bu
planın parçaları.
Kirli oyunun en sinsi boyutu ise Suriye iç savaşıyla önü açılan
İran'la Suudi Arabistan'ı yani Şii-Sünni dünyayı karşı karşıya
getirmek.
Obama, İran'ın önünü açarak Suriye'den Yemen'e kadar Şii Hilali'nin
bilinçli bir biçimde güçlenmesini sağladı. İran bu tuzağı görmedi
veya görse de işine geldiği için sürdürdü. Ama şimdi asıl plan
devreye giriyor.
İşte bu kirli plana uymayan farklı duruş sergileyen iki aktör var;
Katar ve Türkiye... İkisi de farklı biçimlerde da olsa bölgede,
sosyolojiye uygun siyasetlerin önünün açılmasını ve bölgede mezhep
çatışması yaşanmamasını istiyor.
Katar, Arap Baharı'nda da bu tavrını sürdürdü.
Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn koalisyonuna karşı, bölgedeki
diktaları devirmek isteyen halkı destekledi.
Aynı şeyi Arap Baharı'nın ilham kaynağı olan Türkiye de yaptı. Tam
da bu tutumu nedeniyle Türkiye son yıllarda inanılmaz saldırılara
uğradı. Gezi kalkışmasından 15 Temmuz darbesine her yol denendi.
FETÖ, DEAŞ ve PKK gibi dünyanın en kanlı terör örgütleri acımasızca
devreye sokuldu. Şimdi Katar üzerinden, İran'ı da içine alan kirli
ve tehlikeli bir oyun oynanıyor.
O kadar kirli ki, İran'ın kalbine açık açık DEAŞ saldırtılıyor.
Böylece İran'ın Şii damarına basıp öfkelenmesi ve harekete
geçirmesi sağlanacak.
Bu arada Türkiye'yi PKK ve PYD hattıyla, Katar'ı da ekonomik ve
diplomatik ablukayla hatta her ikisini "terör örgütü ilan
ettikleri" Müslüman Kardeşler ve Hamas'a destek vermekle suçlayarak
sıkıştıracaklar. Buna içeride CHP genel başkanının katkı vermesi de
akıl alır gibi değil.
Tablo gerçekten çok kaba ve kör gözüm parmağına yapılıyor. Bu
noktada şu gerçeğin altını bir kez daha çizelim. Suçlamalardan biri
Hamas'a destek verilmesi. Onlara göre Hamas bir terör örgütü. Şimdi
şu soruyu soralım; Peki, bugün Hamas nerede duruyor? Daha bir ay
önce yeni siyaset belgesini açıklayıp, değiştiğini söylemedi
mi?
Acaba ABD ve AB bu değişimi neden görmüyor?
Hamas Sözcüsü Fevzi Barhum'un şu açıklamasına bakın: "Mesajımız
Hamas'ın radikal bir hareket olmadığınadır. Bizler pragmatik ve
medeni bir hareketiz. Yahudilerden nefret etmiyoruz."
Görünen o ki, ABD ve kukla diktatörler, hatta AB ülkeleri, bölgede
DEAŞ ve El Kaidevari terör örgütlerinin varlığının sürmesinden
yana. PKK'yı terör örgütü görüp silah vermeleri de bu yaklaşımın
bir ürünü.
Onlar, darbeye, katliamlara rağmen şiddete bulaşmayan İhvan'ın
şiddete başvurmasını, Hamas'ın da değişmemesini istiyor ki bölgede
varlıkları sürsün. Bu gerçeği görelim artık. Ve savaşın da din ve
mezhep savaşı değil, emperyalist paylaşım savaşı olduğunu.