Geçmişte çok daha açık darbe isteyenler oldu. 28 Şubat bunun tipik örneğiydi. Yüksek yargı mensuplarından medyaya hepsi koşarak gidip brifing aldı. Sadece tanklarla değil, gazete manşetleriyle balans ayarı yapıldı.
Bırakın "beşli çete" denilen sivil toplum örgütlerini, siyasi partiler bile askerlere açık destek verdi. Verdi de ne oldu? Bin yıl sürecek denilen 28 Şubat'ı halk 3 Kasım 2003'te tarihin çöplüğüne gönderdi.
Bu sonuçtan ders almayanlar vardı ki, 2 binlerin ikinci yarısına kadar askerleri darbeye zorlamak için her şey yapıldı. "Genç subaylar rahatsız" denildi, "ordu göreve" pankartları taşındı hatta kaos ortamı yaratmak için Danıştay katliamı gibi saldırılar bile düzenlendi ama sonuç alınamadı.
Aslında o tarihlerde askerlerin bir kesimi de buna yatkındı. Kimi "Balyoz harekatı" peşindeydi, kimi "ayışığı" veya "yakamoz" hayalleri kurdu. Sonuç yine hüsrandı. Türkiye'de darbe değil, sessiz devrimler yaşandı. Ve 12 Eylül 2010 referandumuyla da yeni bir tarih yazıldı. Darbelerin ve darbecilerin yargılandığı yeni bir tarih...
Paralel Yapı'nın sinsi planları yüzünden bu süreç, haksızlığa yol açacak biçimde yaşansa da, vicdanların önüne perde çekilse de önemli adımlar atıldı ve en azından gerçek darbeciler yargı önüne çıktı. Daha önemlisi dokunulmaz denilen 12 Eylül 1980 askeri darbesinin iki generali Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'nın yargılanıp, mahkûm edilmesiydi.