Çevrimizin ateş çemberi olduğunu, yanı başımızda onlarca insanın
toprağa düştüğünü ve kirli "vekalet" savaşlarının ağır
bedelini ödediğimizi biliyorum. Her ölümle biz de ölüyoruz. Ölümün
nereden ve nasıl geldiği, sıralı mı değil mi fark etmiyor, hepsi
insanın canını yakıyor. Bu yüzden her ölüm erken ölümdür. İnsan
konduramıyor. İşadamı Mustafa Koç'un ölümü de böyle oldu.
Küçük kardeşi Ali Koç'la tanışıyorum, rahmetliyle tanışmadım
ama onlar hayatımızın her alanında vardı. Son dönemlerdeki
siyasetle dolaylı ilişkilerini eleştirsem de Koç grubu,
kurumsallaşarak Türkiye'nin sanayileşmesinde önemli rol oynayan ve
marka yaratan bir kurumdu.
Bir ülkede yatırımcı olmanın, istihdam yaratmanın, üretileni
dünyaya satmanın ne kadar önemli ve değerli olduğunu insan sonradan
öğreniyor. Başka şeyleri de...
Rahmetli Vehbi Koç ismini daha lise yıllarında solla ilk
tanıştığım dönemde öğrendim. Bizim gözümüzde büyük olasılıkla da
Erol Toy'un "İmparator" kitabındaki tanımıyla"komprador
burjuvazi"ydi. O kitap Yeşilçamvari "düşmanlaştıran" bir
iş adamı portresi çizmişti... Hayatın garip cilvesi bu ya, aynı
dönemde liseyi burslu okuma sınavına girmiş ve ayda sanıyorum
100-150 lira gibi bir burs kazanmıştım. Benim okumama o burs vesile
oldu. Bursu vereni de yıllar sonra öğrendim; rahmetli Vehbi
Koç'tu...
Yıllar sonra bir şey daha öğrendim; 2008'de bir televizyonun
kuruluşunda yer alınca, 100 kişiye istihdam yaratmanın,
çalışanların her ay evine maaş götürmesinin ne kadar zor ve anlamlı
olduğunu. O günden sonra bir kişiye bile istihdam sağlayana daha
çok saygı duydum.