Şiddeti devreden çıkarmada, Kürt meselesini çatışmasızlıktan
kurtarmada bir kısır döngü yaşadığımız çok açık.
Bir adım atıyoruz, biraz yürüyoruz sonra tekrar başa dönüyoruz.
Rahmetli Özal'ın 90'ların başında devreye girmesinden beri bu
kader değişmedi. Ne zaman olumlu bir adım atılsa mutlaka bir bahane
bulunuyor ve o adım sekteye uğratılıyordu.
1993'te, 1996'da veya Öcalan'ın yakalandığı 1999'da önemli
fırsatlar yakalandı ama sonlandırılamadı.
AK Parti'nin tek başına iktidar olduğu 2003 sonrası da girişimler
oldu. Önce 2009'da Habur ardından da 2011'de Oslo süreçleri
geldi.
İçerideki ve dışarıdaki derin ve açık yapılar ellerinden gelen her
şeyi yaptı.
Oslo sürecinde Paralel Yapı'nın neler yaptığını Kürt siyasetçiler
de defalarca dile getirdi.
Hatırlayın, o zaman da yeni bir seçim yapılmış ve daha seçimin
üzerinden bir ay geçmeden 14 Temmuz'da 13 askerin şehit edilmesiyle
çatışmayı yeniden başlatmıştı.
PKK'nin gerekçesi yine aynıydı: "Devrimci halk savaşını
başlatıyoruz..." İlginç bir şekilde hemen Aysel
Tuğluk gibi sivil aktörler de devreye girmiş,
Diyarbakır'da "özerklik" ilan edilmişti. Sonra ne oldu?
Kimse sorgulamadı. Olan sürece ve o kanlı süreçte ölen insanlara
oldu. Önceki gün Leyla Zana söyleşisini yeniden okurken
2011'deki o sürecin bozulmasıyla ilgili üzerinde pek durulmayan çok
çarpıcı bir ayrıntı dikkatimi çekti:
"Bir sürü karanlık eylem, süreci dinamitledi.
İki tarafı Silvan'da karşı karşıya getiren 5 esrarengiz kişi var,
kimdi bunlar? Şunu demek çok kolay. Devletin Ergenekon'u yaptı.
PKK'nın şahinleri yaptı. Asıl önemli olan bunu çözmek, bunları
bulmak."